Zamanın birinde bir kasabada yaşayan dünyalar güzeli bir kız varmış. Bu kız öyle güzelmiş ki çok uzak memleketlerden bile bir çok soylu, zengin, delikanlı onu görmeye gelmişler. Ne var ki güzel kız kimseleri beğenmezmiş.
Bu arada aynı kasabadan bir genç de bu kızı istemiş. Ama kız onu da reddetmiş. Aradan uzun yıllar geçmiş, delikanlı kasabadan ayrılmış. Kendine başka bir yaşam kurmuş. Evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış. Bir gün yolu, bir zamanlar yaşadığı bu güzel kasabaya düşmüş. Orada tanıdık birine rastlayınca, aklına bir zamanlar o kasabada dünyalar güzeli kız gelmiş. Ona ne olduğunu sormuş. Yaşlı adam önünde gül bahçesi olan bir evi göstererek, kızın evlendiğini söylemiş. Bizimki bir zamanlar herkesi reddeden kızın eşini çok merak etmiş. Bir gün gizlenip, kızın eşini evden çıkarken görmüş. Eşi çirkin mi çirkin bir adammış. Üstelik zengin bile değilmiş.
Çok merak eden adam, eşi gittikten sonra, evin kapısını çalmış. Kız kapıyı açınca da kendisini tanıtıp kıza 'niye böyle bir adamla evlendiğini' sormuş. Kız da ona arkasındaki gül bahçesinden en güzel gülü getirirse yanıtını vereceğini, bu arada tek şartın da bahçede ilerlerken, geriye dönmemesi olduğunu söylemiş.
Adam da bunun üzerine, yüzlerce güzel gülün olduğu bahçede ilerlemeye başlamış. Birden çok güzel sarı bir gül görmüş. Tam ona doğru ilerlerken ileride kocaman pembe bir gül gözüne çarpmış. Tam ona uzanırken daha ileride olağanüstü güzellikte kırmızı bir gül goncası görmüş. Derken bir bakmış ki bahçenin sonuna gelmiş ve mecburen oradaki bir gülü koparıp kıza götürmüş.
Bahçenin en güzel gülünü beklerken kız bir de ne görsün, yaprakları solmuş cılız bir gül. Bunun üzerine kız adama şöyle demiş: 'Bak gördün mü? Her zaman daha iyisini bulmak isterken ömür geçer ve sen en kötüsüne razı olmak zorunda kalırsın. Bu yüzden gençlik elden gitmeden fırsatları değerlendirmek elindekilerin kıymetini bilmek gerekir.'
Ne dersiniz? Çok zaman 'altın bulacağız derken yakınımızdaki gümüşü göremiyoruz' galiba değil mi?
|