Ana Sayfa
Video
Galeri
♦♦►Haber
Bütün Gazeteler
Köşe Yazarları
Net Gazete
♦♦►Tarih
Prof.Dr.Ekrem Bugra Ekinci
Tarih Ansiklopedisi
Türk Âlemiyiz
♦♦►Sağlık-Yemek
Sağlık
Pratik Bilgiler
Hekimce.com
Bitkilerin FAYDALARI
♦♦►Dini
Sohbet
E-kitap
Duâlar
Ilahiler
İlahi dinle
Hikâyeler
Menkîbeler
Osman Ünlü
Silsile aliyye
HuzuraDogru.Tv
Sûreler Ve Dûalar
Internet Radyonuz
Kıyâmet Alâmetleri
Muhammed Aleyhisselamın Hayatı
=> Mübarek Nuru
=> Dünyaya Teşrifleri
=> Mübarek Emanet
=> Gençliği ve Evlenmesi
=> Biseti ve Daveti
=> İlk Müslümanlar
=> Habeşistana Hicret
=> Habeşistana İkinci Hicret
=> Hüzün Yılları
=> Miraç Mucizesi
=> Hicret
=> Medine-i Münevvere Devri
=> Bedir Gazası
=> Hazret-i Fatıma'nın Evlenmesi
=> Beni Nadir Yahudileri
=> Fatıma Binti Esed'in Vefatı
=> Reci Vakası
=> Beni Mustalik Gazası
=> Beni Kureyza Yahudileri
=> Hudeybiye Sulhnamesi
=> Davet Mektupları
=> Hayberin Fethi
=> Umret-ül Gaza Seferi
=> Mute Gazası
=> Mekke'nin Fethi
=> Huneyn Gazası
=> Tebük Seferi
=> Veda Haccı
=> Vefatı
=> Hilye-i Saadet
=> Âlemlerin Rahmeti
=> Bazı Mucizeleri
Esma-i Hüsnâ (Anlamlari)
Esma-i Hüsnâ (Faydalari)
Yazar Ömer Çetin Engin
♦♦►Eğlence
Tavsiyeler
Kare Bulmaca
Serbest Yazılar
Enteresan Bilgiler
Biliyor Musunuz ??
Eğitici Oyunlar(Fransizca)
♦♦►Diğerleri
Sesli Tiyatro
İllerimiz
Sitemap
 

.

Mute Gazası

 
  Halid nerelerdedir?
  Üçbin mücahid toplandı
  Ordu yola çıktı
  Öyleyse cizye verin!
  Hazret-i Zeyd’in şehadeti
  Sancak sana layıktır
  Rumlar kaçıyor
  Onlar şehid oldular
 


Halid nerelerdedir?

Resulullah, umrede bulunduğu günlerde,
Velid ibni Velid de vardı o kafilede.

Resulullah, Velid’le ederlerken hasbihal,
Ağabeyi Halid bin Velid’i etti sual:

(Halid nerelerdedir, onunla kur bir temas.
Onun, İslamiyet’i bilmemesi olamaz.

Keşke iman etmekle o da şereflenseydi.
O kahramanlığını İslam’da gösterseydi.

Bizim saflarımıza katılsaydı o artık.
Kendisini çok sever, çok da üstün tutardık.)

Zaten bunu, Velid de isterdi pek ziyade.
Zaman zaman mektuplar yazardı bu mealde.

Bildirince Resulün bu sözlerini dahi,
O da İslamiyet’e meyletti bizatihi.

Bir an evvel Resulle görüşeyim diyordu.
Huzurunda Müslüman olmayı istiyordu.

Bu halini, kendisi anlatır ki sonradan:
Bana, bu saadeti Rabbimiz etti ihsan.

Resulün sevgisini yerleştirdi kalbime.
Bu sevgi sebep oldu benim saadetime.

Halbuki Ona karşı yapılan her savaşta,
Bulunup, onlar ile cenk etmiştim en başta.

Ama ben, her savaştan geriye döner iken,
Haksız olduğumuzu anlıyordum yakinen.

Hatta kendi kendime diyordum ki: Muhammed,
Bir gün gelir, bizlere muzaffer olur elbet.

Galip geleceğini, mutlaka biliyordum.
Her harpten, bu hislerle ayrılıp gidiyordum.

Yine Hudeybiye’ye geldiğinde, bir kere,
Yanlarına sokuldum, zarar vermek üzere.

Zira bendim Kureyş’in süvari komutanı.
İyi hatırlıyorum maalesef ben o anı.

Bizden emin şekilde, güvenerek Rabbine,
Namaz kıldırıyordu Sahabe-i güzine.

O gün çok telaşsızdı Allah’ın Sevgilisi.
Yoktu hem etrafında muhafızı, bekçisi.

Atımı üstlerine sürdümse de kaç kere,
At ileri gitmeyip, sıçrardı gerilere.

Bundan çok duygulandım, düşündüm ki o zaman:
Hak teâlâ bu zatı koruyor her zarardan.

O ara kardeşimden bir mektup geldi bana.
Diyordu ki: (Ne zaman geleceksin imana?

Peygamber efendimiz seni sordu vallahi.
Buyurdu ki: İslam’a gelseydi Halid dahi.

Bizim saflarımızda yapsaydı kahramanlık.
Biz de onu kıymetli, hem de üstün tutardık.

Resul böyle istiyor, geçmemiştir iş işten.
İman et de kendini kurtar sonsuz ateşten.

Çok fırsatlar kaçırdın, haydi gel, durma artık.
Daha çok gecikirsen, fayda etmez pişmanlık.)

Velid’in mektubunu mütalaa eyleyince,
İman etme arzusu bende arttı iyice.

Resule gitmek için, acele ediyordum.
Onun muhabbetiyle, yanıp tutuşuyordum.)
 




Üçbin mücahid toplandı

Halid bin Velid der ki: Velid’den mektup aldım. 
Okuyunca, sevinip bir hayli duygulandım.

Artık yegane arzum, o Servere gitmekti.
Huzurunda diz çöküp, Ona iman etmekti.

Düştüm bu iştiyakla Medine yollarına.
Uğradım Osman ibni Talha’nın da yanına.

O da iman etmeyi çok istiyormuş meğer.
İkimiz, seher vakti, yola çıktık beraber.

Az sonra karşılaştık hem de Amr bin As ile.
O da, aynı maksatla, gidiyormuş Resule.

Yolda ilerledikçe, bu arzum fazlalaştı.
Medine’ye varınca, had safhaya ulaştı.

En güzel elbisemi giyinip hazırlandım.
Sonra, Resulullahın olduğu yere vardım.

Sevinç ve heyecanla girince yanlarına,
O, güler yüzü ile, bir nazar etti bana.

Huzurunda oturup, hürmetle verdim selam.
Baktım, gülümsüyordu Resul aleyhisselam.

Dedim: (Ya Resulallah, ederim ki şehadet,
Allah birdir, sen Onun Peygamberisin elbet.)

Buyurdu ki: (Rabbime olsun ki hamd ve sena,
Bu saadet yolunu gösteren Odur sana.)

Dedim: (Ya Resulallah dua buyurunuz da,
Affetsin Hak teâlâ beni huzurunuzda.)

Buyurdu: (Öyle üstün dindir ki İslamiyet,
Önceki günahları tamamen siler elbet.)

Osman bin Talha ile Amr bin As da aynı gün,
İmanla şereflendi huzurunda Resulün.

Böylelikle Mekke’nin en güçlü, en sevilen,
Ve gözünü budaktan asla esirgemeyen,

Üç namlı pehlivanı, Resulün huzurunda,
Sahabe-i güzinden oldular en sonunda.

Buna, sahabiler de çok memnun olmuşlardı.
Ve bunu, tekbirlerle açığa vurmuşlardı.

Badema bu yiğitler, din ve Allah yolunda,
Gayret edeceklerdi, Resulullah uğrunda.

Hicretin sekizinci yılında Fahr-i âlem,
Bazı hükümdarlara, mektup gönderirdi hem.

İslam’a davet için, Fahr-i kâinat yine,
Bir mektup yazdırmıştı Busra’nın hakimine.

Haris adlı sahabi, Resulün mektubunu,
Alarak, sürat ile tuttu Mute yolunu.

Mute’ye yaklaşınca nihayet bu bahtiyar,
Hıristiyan askerler onu tutukladılar.

Şurahbil bin Amr idi, o zaman Şam valisi.
Alçakça şehid etti o hazret-i Haris’i.

Onun şehadetini işitince o Server,
Bu haksız harekete pek fazla üzüldüler.

Ve hemen Eshabını toplayıp huzuruna,
Buyurdu ki: (Bir bölük çıksın Mute yoluna.

Zira rumlar, Haris’in akıtmıştır kanını.
Alalım kâfirlerden bunun intikamını.)

Allah’ın Sevgilisi böyle emrettiğinden,
Üçbin adet mücahit, toplandı o gün hemen.


Ordu yola çıktı

Müşrikler, katledince elçi olan Harisi, 
Topladı Eshabını Allah’ın Sevgilisi.

Buyurdu: (Ey Eshabım, önce Şam’a varınız.
Zeyd ibni Harise’dir, sizin kumandanınız. 

Eğer harp esnasında, Zeyd şehid olur ise,
Cafer bin Ebi Talip kumandan olsun size.

O da şehid olursa harp meydanında eğer,
Abdullah bin Revaha emir olsun bu sefer.

O da şehid olursa, bir araya geliniz.
Münasip bir kimseyi, emir tayin ediniz.)

İsimleri sayılan şahısların, derakap,
Şehid olacağını anladı cümle Eshap.

Ve lakin kendileri bunları işitince,
Bu müjdeden ötürü, gark oldular sevince.

Zira tek gayeleri var idi ki hepsinin,
O da, şehid olmaktı bu yolda Allah için.

Resulullah, sancağı Zeyd ibni Harise’ye,
Teslim edip, orduyu gönderdi bu sefere.

Sonra o kumandana buyurdu ki: (Gidiniz!
Evvela kâfirleri dine davet ediniz.

Kabul etmezler ise, gitmiştir bizden vebal.
Hemen o kâfirlerle yapınız cenk ve cidal.)

Üçbin kişilik ordu, muhacirin ve ensar,
Resulün duasıyla o gün yola çıktılar.

Peygamber efendimiz Veda yokuşu denen,
Yere kadar, onların yürüdü peşlerinden.

Ve hatta Medine’de kalan sahabiler de,
Gelip uğurladılar, onları bu mahalde.

Tekbirler getirerek ayrılıyorken ordu,
Kalanlar, onlar için dualar ediyordu.

Mücahidler ufuktan kayboluncaya kadar,
Onlara, gözyaşı ve gıbta ile baktılar.

Zeyd ibni Harise’nin taşıdığı o sancak,
Dalgalanıyor idi, rüzgarda sallanarak.

Yolculuk, olaysız ve neşeli geçiyordu. 
Mücahidler, cenk için sabırsızlanıyordu.

Abdullah bin Revaha giderken o arada,
Şiirlerle bir şeyler söylerdi şu manada:

(Ey devem, kumluktaki şu kuyuya beni sen,
Oradan da, dört konak ileri götürürsen,

Bundan başka sefere artık çıkmayacaksın.
Zira bu cenkten sonra, sahipsiz kalacaksın.

Çünkü ben, bu savaştan geri dönmeyeceğim.
Öyle umuyorum ki, ben şehid düşeceğim.)

Sonra kendi kendini etti ki şöyle ikaz:
(Ey Revaha’nın oğlu, geç kaldın, hızlan biraz.

Çok yavaş gidiyorsun, bak diğer mücahidler,
Seni, çok gerilerde bırakıp da gittiler.)

Böyle deyip, deveyi hızlandırdı az daha.
Ve şöyle söylendi ki: (Bak ey İbni Revaha!

Sen artık düşünme ki, geride malların var.
Umurunda olmasın, bağ bahçe ve hurmalar.

Zira Allah yolunda cihada gidiyorsun.
Sonunda şehidlik var, sana müjdeler olsun.)
 

Öyleyse cizye verin!

Kahraman mücahidler, Suriye’ye varmıştı.
Şam valisi Şürahbil, bunu haber almıştı.

Bildi ki, geliyorlar kendisiyle savaşa.
Kapıldı birden bire, bir korku ve telaşa.

Hemen Herakliyus’a yazdı bu vaziyeti.
Gönderdi o da hemen, bir takviye kuvveti.

Yüzbin’e ulaşmıştı ordusu böylelikle.
Lakin Eshab-ı kiram, üç-dört bin yoktu bile.

Şam’a girdiklerinde velhasıl Müslümanlar,
Bu düşman ordusunun haberini aldılar.

Hemen Zeyd bin Harise, Sahabeyi bir yere,
Toplayıp, bu hususta eyledi istişare.

Bu durum karşısında, bir kısım sahabiler,
(Bunu, Resulullaha bildirelim) dediler.

(Kâfirler yüzbin kişi, biz ise üçbin eriz.
Savaşa girelim mi diye sual ederiz.

Ya geriye çağırır, döneriz Medine’ye.
Yahut yardım gönderir, yürürüz ileriye.)

Sonra da söz isteyip, Abdullah bin Revaha,
Dedi: (Niçin yazalım bunu Resulullaha?

Unuttuk mu buraya niçin geldiğimizi?
Resulullah cenk için göndermedi mi bizi?

Sonra hiç mühim değil, bizim için çok asker.
Kâfirler, Bedir’de de, bizden fazla idiler.

Vallahi vardı o gün, yalnız iki atımız.
Yine de zafer verdi bizlere Allah’ımız.

İnşallah bu cenkte de, biz oluruz muzaffer.
Zira böyle vaad etti, Allah ile Peygamber.

Hak teâlâ, vaadinden asla dönmez geriye.
Öyle ise durmayın, yürüyün ileriye.

Arkadaşlar, ne için tereddüt edersiniz?
Şehid olmak değil mi, zaten bizim gayemiz?

Bizi cenge gönderdi, o Sevgili Peygamber.
Haydi ilerleyiniz, ya şehadet, ya zafer!)

Abdullah’ın sözleri coşturdu müminleri.
Kurulmuş yaylar gibi fırladılar ileri.

Mute havalisine eriştiler nihayet.
Dağ taş düşman doluydu, kalabalıktı gayet.

Üçbin kişi idiler, o gün Eshab-ı kiram.
Düşman ordusu ise, yüzbin kişi idi tam.

Yani bir mücahide, otuz rum düşüyordu.
Lakin Eshab-ı kiram, bunu düşünmüyordu.

Bir heyet teşkil edip mücahidler o ara,
Muharebeden önce, gönderdiler Rumlara.

O Serverin emrine imtisalen o heyet, 
Gidip, o kâfirleri İslam’a etti davet.

Ve lakin bu daveti reddedince kâfirler,
(Öyleyse cizye verin!) diye teklif ettiler.

Rumların kumandanı, bunu da reddedince,
Cenge karar verdiler Müslümanlar hemence.

Önde Zeyd bin Harise, sancağı yükselterek,
Girdi cenk meydanına, (Allah Allah!) diyerek.

Peşinden mücahidler saldırdılar topyekün.
Tekbir sedalarıyla, inledi yer gök o gün.
 

Hazret-i Zeyd’in şehadeti

Derhal (Zeyd bin Harise), verdi bir hücum emri,
Mücahidler ok gibi fırladılar ileri.

Üçbin mücahid vardı, yüzbin kâfire karşı,
Başlamıştı tarihin en ibretli savaşı.

Otuz rum düşüyordu o gün her mücahide.
Buna rağmen kâfirler azalırdı git gide.

Kılıçlar, şimşek gibi kalkıyor, iniyordu.
Her vuruşta, birkaç rum yere devriliyordu.

Mücahidler, düşmanın ortasına daldılar.
Ve düşman saflarını, birbirine kattılar.

At kişnemeleriyle kılıç şakırtıları,
Tekbir sedalarıyla, (Ah yandım!) nidaları,

Mute’de, asumana yükseliyordu o an.
Ve kan gölü haline geliyordu o meydan.

Her kılıç sallayışta, birkaç baş düşüyordu.
Müslümanlar, rumları ot gibi biçiyordu.

Zeyd bin Harise dahi, ordunun en önünde,
Düşmana, arslan gibi saldırırdı o günde.

Bir ara, düşmanların attığı birkaç mızrak,
Mübarek vücuduna saplandılar uçarak.

Sonra birkaç mızrak da, giriverdi sırtından.
Delik deşik olmuştu vücudu Zeyd’in o an.

Böylece yere düşüp, hiç etmedi hareket.
Şehidlik rütbesine kavuştu en nihayet.

Lakin İslam sancağı, henüz yere düşmeden,
(Cafer bin Ebi Talip) yetişip tuttu hemen.

Onun yerine geçip, sancağı kaldırarak,
Salladı kılıcını düşmana haykırarak.

Bir elinde sancakla, daldı küffâr içine.
Gönderdi birçoğunu, Cehennem ateşine.

Bir yandan arslan gibi, seri cenk ediyordu.
Bir yandan da Eshaba cesaret veriyordu.

Adeta şimşek gibi kılıç sallıyordu hem.
Kendinden geçmiş halde, savaşırdı muhteşem.

Safları yara yara, içerlere dalmıştı.
Rumların ortasında, tek başına kalmıştı.

Bu gidişin, dönüşü olmadığını dahi,
Çok iyi biliyordu kendi de bizatihi.

Kükremiş arslan gibi saldırırdı küffâra.
Kâfirler, bir kolunu kopardılar bir ara.

Hemen öbür koluyla, sancağı kaldırarak,
Dalgalandırdı yine, havalarda tutarak.

Kâfirler koparınca sonra öbür kolunu,
İki pazusu ile, kaldırdı yine onu.

Kesik kolları ile bastırarak göğsüne,
İslam’ın sancağını düşürmedi o yine.

Fakat peş peşe inen kılıç darbelerinden,
Şehadet rütbesine kavuştu çok geçmeden.

Sıcak kumlar üstüne serilirken cesedi,
Temiz ruhu, Cennete uçuverdi ebedi.

İslam’ın sancağını, düşmeden mücahidler,
Tutarak, (Abdullah bin Revaha)ya verdiler.
 


Sancak sana layıktır

Cafer bin Ebi Talip şehid olunca birden,
Abdullah bin Revaha sancağı kaptı hemen.

Bir eliyle sancağı göklere yükselterek,
Daldı düşman içine, şunları söyleyerek:

(Ey nefsim, Cafer gitti, sen hâlâ dünyadasın.
Durma, cihad eyle ki, sen de şehid olasın.

Eğer ki seviyorsan köleni, hizmetçini,
Bilmiş ol ki, şu anda azad ettim hepsini.

Düşündürüyor ise, seni bağın ve bahçen,
Onların hepsini de, hibe ettim şimdi ben.

Velhasıl hiçbir şeyin kalmadı bu dünyada.
Yapacağın tek şey var, şehid olmaktır o da.

Ey nefsim, bana boyun eğeceksin mecburen.
Bugün şehid olurum, yemin ettim çünkü ben.

Ya sen kendiliğinden razı olursun buna,
Ya kabul ettiririm bunu ben zorla sana.

Düşün, öldürülmezsen bu savaşta eğer ki,
Hiç ölmeyecek misin ey nefsim, söyle peki?

Cafer bin Ebi Talip ve Zeyd bin Harise’nin,
Yaptığını yaparsan, bil ki iyi edersin.

Onlar şehid oldular, sen dahi durma geri.
Sonra pişman olursun, haydi, atıl ileri.)

Abdullah bin Revaha bunları söyleyerek,
Daldı düşman içine tekbirler getirerek.

Küffârla amansızca mücadele ederken,
Parmağına, bir kılıç isabet etti birden.

Sallanmaya başladı, elinde kesik parmak.
Sıçrayıp yere indi attan acil olarak.

O parmağı koyarak, ayağının altına,
Koparıp, şimşek gibi tekrar bindi atına.

Zira çarpışmasına, o engel oluyordu.
Şimdi daha şiddetli, seri harbediyordu.

Çok saldırdı ise de, düşmana hiç durmadan,
Şehadet nimetine erememişti o an.

Çok üzülür idi ki şehid olmadığına,
O sırada, bir mızrak saplandı vücuduna.

Derhal kanlar içinde yerlere serilmişti.
Şehadet şerbetini en son o da içmişti.

O dahi ayrılınca bu dünya âleminden,
Koşup Sabit bin Ekrem, sancağı kaptı hemen.

Halid ibni Velid’e götürüp verdi derhal.
Dedi ki: (Emirliğe sen layıksın, bunu al.)

Almak istemeyince, arz etti ki: (Ey Halid!
Çabuk al ki sancağı, çok dardır zira vakit.

Sen harbin usulünü, bizden iyi bilirsin.
Senin emir olmandır arzusu hepimizin.)

Sonra, sahabilere dönerek sordu hatta:
(Sizin fikirleriniz ne yoldadır bu babta?)

Bilcümle mücahidler dediler ki hep o an:
(Halid bin Velid olsun, başımıza kumandan.)

Bu durum karşısında, İslam’ın bayrağını,
Büyük bir hürmet ile aldı ve öptü onu.

Ve atına atlayıp, hücum etti küffâra.
Yeniden kuvvet geldi, cümle Müslümanlara.
 

Rumlar kaçıyor

Abdullah bin Revaha vakta ki oldu şehid,
Teslim aldı sancağı hemen Halid bin Velid.

Bu yeni kumandanın peşinden, mücahidler,
Yeniden güç kazanıp, saldırıya geçtiler.

Büyük bir cesaret ve maharetle o vakit,
Çarpışma yapıyordu o gün hazret-i Halid,

Bir aralık Kutbe bin Katade hazretleri,
Tekbir sedalarıyle hücum edip ileri,

Havaya kaldırarak kılıcını aniden,
Düşman kumandanının boynuna çaldı birden.

Başı düşüp, top gibi yuvarlandı yerlerde.
Bu feci manzarayı gördü Rum erleri de.

Kumandanları ölen düşmanların morali,
Bozulmuş ve ortalık karışmıştı bir hayli.

Zaten akşam olmuş ve bitmişti o gün savaş.
Herkes karargahına dönmüştü yavaş yavaş.

Savaşa, ertesi günü devam edilecekti.
Halid, harp tekniğinde pek mahir kimse idi.

Sabah, başka taktikle çıkıp karşılarına,
Döndürmek istiyordu düşmanları şaşkına.

O gece, askerine verip hemen emrini,
Ön ve arka safların değiştirdi yerini.

Sağda çarpışanları, geçirdi sol tarafa.
Soldakileri ise, sağa aldı bu defa.

Tekbir sedalarıyla o sabah mücahidler,
Düşmanın üzerine saldırıya geçtiler.

Lakin rum askerleri, şaşkına dönmüşlerdi.
Zira bu kimseleri ilk defa görmüşlerdi.

Bu durum karşısında dediler ki: (Herhalde,
Takviye kuvvetleri aldılar fevkalade.)

Bu şekilde düşünüp, paniğe kapıldılar.
Moralleri bozulup, geri adım attılar.

Şanlı sahabiler de, bunu fırsat bilerek,
Çullandılar rumlara tekbirler getirerek.

Ekin biçer misali o rum kâfirlerini,
Kılıçtan geçirdiler, binlerce erlerini.

Halid ibni Velid’in, o gün Mute cenginde,
Hilafsız dokuz kılıç kırılmıştı elinde.

Bozguna uğramıştı nihayet rum erleri.
Müminlerin önünden kaçıyorlardı geri.

Üçbin mücahid gazi, yüzbin düşmanı, o gün,
Hezimete uğrattı, duasıyle Resulün.

Allah’ın yardımıyle, bu harpte mücahidler,
Onbinlerce düşmanı kılıçtan geçirdiler.

Yalnız onbeş şehidle, bu harp bitirilmişti.
Ve böylece Bizans’a, haddi bildirilmişti.

İslam mücahidleri, cenk ederken bu yerde,
Mescidde otururdu aynı gün o Server de.

Eshab da karşısında oturuyordu o gün.
Üzüntülü olduğu belli idi Resulün.

Hiçbir şey konuşmuyor, sükut ediyordu hep.
Sahabe-i kiram da üzgündü bundan sebep.

Fakat edeblerinden, bu hale sebep olan,
Şeyi, Resulullaha soramazlardı o an.
 


Onlar şehid oldular

Mücahidler Mute’de savaş yaptıkları an,
Resulullah, mescidde bulunurdu o zaman.

Huzuruna çağırdı cümle Eshabını da.
Lakin çok üzüntülü hali vardı o anda.

Eshabdan bir tanesi, dedi: (Ya Resulallah!
Canımız, her şeyimiz fedadır sana vallah.

Üzgün görünürsünüz, acaba sebep nedir?
Size bakıp, biz dahi olduk hep müteessir.)

Peygamber-i zişânın mübarek gözlerinden,
Gözyaşları akarak, buyurdu ki cevaben:

(Beni üzen, Eshabın şehid olmalarıdır.
Zira şu an Mute’de, şiddetli bir harp vardır.)

O an harp meydanını gözleriyle görerek,
Eshabına, her şeyi anlattı şöyle tek tek:

(Ey Eshabım, önce Zeyd sancağı aldı ele.
Lakin şehid edildi düşman mızraklariyle.

O, Cennet köşklerinde şimdi oturmaktadır.
Yahut bahçelerinde koşuşup durmaktadır.

Cafer bin Ebi Talip sancağı aldı ondan.
Düşman ordularına saldırdı hiç durmadan.

Çarpışıp şehid oldu o dahi en nihayet.
Ona da nasib oldu bu devlet ve saadet.

Yakuttan iki kanat Rabbimiz verdi ona.
O, dilediği zaman uçmaktadır her yana.

Ondan sonra, sancağı İbni Revaha aldı.
Yalın kılıç düşmanın ortalarına daldı.

Çarpışıp şehid oldu, o da nihayetinde.
Cennette oturuyor altın taht üzerinde.

Onlar için şu anda, var sonsuz bir afiyet.
Ya Rabbi, sen onları eyle afvü mağfiret.)

Mübarek gözlerinden yaşlar boşanıyordu.
Göz yaşları içinde, sonra şöyle buyurdu:

(Abdullah bin Revaha vakta ki oldu şehid,
İslam’ın sancağını aldı Halid bin Velid.

Ya Rabbi, Halid senin kılıcındır ki elbet,
Düşmanın karşısında Halid’e sen yardım et.)

O Server, çok uzakta olan hadiseleri,
Görüp, böyle anlattı bir mucize eseri.

Resulullah, bunları Sahabe-i güzine,
Anlatıp, geldi sonra Cafer’in hanesine.

Hanımı Esma Hatun, o gün çocuklarını,
Yıkayıp giydirmiş ve tarardı saçlarını.

Peygamber efendimiz, şehid olan Cafer’in,
Yetim çocuklarını görmeye geldi ilkin.

Buyurdu ki: (Ey Esma, Cafer’in oğulları,
Nerededir, sen şimdi bana getir onları.)

Getirince, kokladı, öpüp bastı bağrına.
Mübarek gözyaşları aktı yanaklarına.

Esma Hatun sordu ki: (Ya Resulallah, niçin,
Onlara, yetim gibi muamele edersin?

Yoksa beyim Cafer’e ve arkadaşlarına,
Bir hal mi vuku buldu, söyleyin lütfen bana.)

O hatuna cevabı, şöyle oldu Resulün:
(Evet, şehid oldular ya Esma onlar bugün.)
 

 
Bu websitesinin sahibi "Top liste" ekstrasını daha aktive etmemiş!
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol