Ana Sayfa
Video
Galeri
♦♦►Haber
Bütün Gazeteler
Köşe Yazarları
Net Gazete
♦♦►Tarih
Prof.Dr.Ekrem Bugra Ekinci
Tarih Ansiklopedisi
Türk Âlemiyiz
♦♦►Sağlık-Yemek
Sağlık
Pratik Bilgiler
Hekimce.com
Bitkilerin FAYDALARI
♦♦►Dini
Sohbet
E-kitap
Duâlar
Ilahiler
İlahi dinle
Hikâyeler
Menkîbeler
Osman Ünlü
Silsile aliyye
HuzuraDogru.Tv
Sûreler Ve Dûalar
Internet Radyonuz
Kıyâmet Alâmetleri
Muhammed Aleyhisselamın Hayatı
=> Mübarek Nuru
=> Dünyaya Teşrifleri
=> Mübarek Emanet
=> Gençliği ve Evlenmesi
=> Biseti ve Daveti
=> İlk Müslümanlar
=> Habeşistana Hicret
=> Habeşistana İkinci Hicret
=> Hüzün Yılları
=> Miraç Mucizesi
=> Hicret
=> Medine-i Münevvere Devri
=> Bedir Gazası
=> Hazret-i Fatıma'nın Evlenmesi
=> Beni Nadir Yahudileri
=> Fatıma Binti Esed'in Vefatı
=> Reci Vakası
=> Beni Mustalik Gazası
=> Beni Kureyza Yahudileri
=> Hudeybiye Sulhnamesi
=> Davet Mektupları
=> Hayberin Fethi
=> Umret-ül Gaza Seferi
=> Mute Gazası
=> Mekke'nin Fethi
=> Huneyn Gazası
=> Tebük Seferi
=> Veda Haccı
=> Vefatı
=> Hilye-i Saadet
=> Âlemlerin Rahmeti
=> Bazı Mucizeleri
Esma-i Hüsnâ (Anlamlari)
Esma-i Hüsnâ (Faydalari)
Yazar Ömer Çetin Engin
♦♦►Eğlence
Tavsiyeler
Kare Bulmaca
Serbest Yazılar
Enteresan Bilgiler
Biliyor Musunuz ??
Eğitici Oyunlar(Fransizca)
♦♦►Diğerleri
Sesli Tiyatro
İllerimiz
Sitemap
 

.

Hicret

 
  Birinci Akabe
  Güler yüz, tatlı dil
  Sürur senesi
  İkinci Akabe biatı
  Hepsi biat ettiler
  Hicret başlıyor
  Onu göremediler
  Ben de beraber miyim?
  Korkma ya Eba Bekir!
  Biz de sana aşığız
  Hicret başlıyor
  Birden kuma gömüldü
  Hazret-i Ali’nin hicreti
  Geliyorlar! Geliyorlar!



Birinci Akabe

Bi’setin onbirinci senesinde, o Server,
Kâbe’de, bir grupla, karşılaşıverdiler.

Ve sual ettiler ki: (Sizler kimlerdensiniz?)
Dediler: (Medine’den ve Hazrecilerdeniz.)

Bunlar, altı kişiydi, Resulullah o zaman,
Onlar ile oturup, konuştu kısa bir an.

Kur’an-ı kerimden de okuyup birkaç âyet,
O altı Hazreçliyi İslam’a etti davet.

Onlar, yahudilerden işitmişler idi ki:
Yakında bir Peygamber gelecek elbette ki.

Kendi aralarında konuşarak o saat,
Dediler: (O gelecek Peygamber işte bu zat.)

Kelime-i şehadet getirip sonra hemen,
Derhal iman ettiler, hepsi can-ü gönülden.

Peygamber-i zişândan alarak sonra izin,
Döndüler Medine’ye, İslam’ı yaymak için.

Bu mesut altı kişi, Medine’ye gelerek,
Halkı, İslam dinine çağırdılar tek be tek.

Öyle ki, bu gayretler sonunda, Medine’de,
Konuşulur olmuştu İslamiyet her evde.

Müslüman olmuşlardı tamamen Hazreciler.
Ve hatta Evs’den dahi vardı iman edenler.

Es’ad bin Zürare ve oniki kişi daha,
Geldiler ertesi yıl, Hac için Beytullaha.

O zamanlar Mekke’de, çok gergin hava vardı.
Kâfirler, müminlere eziyet yaparlardı.

Sevgili Peygamberle, kim görüşseydi eğer,
Yapıyorlardı ona, çok feci işkenceler.

Allah’ın Resulüyle, onlar dahi gizlice,
Bir araya geldiler Akabe’de bir gece.

Dediler ki: (Biz sana, her hususta teslimiz.
Her ne emir verirsen, yerine getiririz.)

Tam bağlılıklarını söyleyip Ona bizzat,
O gün, Resulullaha, ettiler hepsi biat.

Es’ad bin Zürare’yi, Resulullah, hepsine,
Emir yapıp, gönderdi Medine beldesine.

Bu oniki bahtiyar, Medine’ye gelerek,
Halka, İslamiyet’i anlattılar gezerek.

Bu halis müminlerin yaptığı bu davetle,
Yayıldı İslamiyet Medine’de süratle.

Önceden düşman iken, Evs ile Hazreciler,
Müslüman olur olmaz, oldular hep can ciğer.

İslam’ı daha iyi öğrenmek için dahi,
Muallim istediler, Resul’den bizatihi.

Sahabe’den Mus’ab bin Umeyr adında bir zat,
Vardı ki, Resulullah gönderdi onu bizzat.

Gitti hazret-i Mus’ab Medine beldesine.
Es’ad bin Zürare’nin yerleşti hanesine.

Onun ile birlikte, ev be ev dolaştılar.
Resulün sevgisini halka aşıladılar.

Hatta Resulullahı, düşmanların şerrinden,
Koruyacaklarına, söz aldılar hepsinden.

Böylece, Resul ile yapılacak biata,
Zemin hazırladılar çalışarak adeta.
 


Güler yüz, tatlı dil

Dini öğretmek için Medineli müminler,
Hazret-i Peygamberden muallim istediler.

İşte bu maksat ile, Allah’ın Peygamberi,
Gönderdi Medine’ye Mus’ab ibni Umeyr’i.

Mus’ab, bu emir ile oraya geldiğinde,
Es’ad bin Zürare’nin mekan tuttu evinde.

Bu evi, kendisine edinip bir merkez üs,
İslam’ı yaymak için çalıştı gece gündüz.

Müsait kimseleri, o eve getirerek,
İslam’ı anlatırdı güler yüz göstererek.

Ev, adeta bir dergah gibi çalışıyordu.
O eve kim girerse, imanlı çıkıyordu.

Bir reisi vardı ki, lakin o kabilenin,
İman ile müşerref olmamıştı o hemin.

Bu, Sa’d bin Mu'az ki, vakıf oldu bu işe.
Mani olmak istedi bu hayırlı gidişe.

Lakin ev sahibiyle akraba olduğundan,
Bir şey diyemiyordu kendisine doğrudan.

Bu maksatla dedi ki Üseyyid bin Hudayr’e:
(Mani ol git şu evde, Mus'ab ibni Umeyr’e!

Mekke’den, şehrimize ne için gelmiş o zat?
Onu görüp, haline vakıf ol gidip bizzat.

Es’ad, teyzemin oğlu olmasaydı eğer ki,
Sana hiç söylemezdim bu işi elbette ki.)

Üseyyid, mızrağını alarak çıktı evden.
Mus’abın bulunduğu o eve vardı hemen.

Konuşmaya başladı girer girmez hiddetle.
Dedi ki: (Niçin geldin buraya, ne niyetle?

Yalan şeyler söyleyip, halkı aldatıyorsun.
Bilinmeyen bir dine onları sokuyorsun.

Olmak istemiyorsan eğer ki hayatından,
Acele ayrılıp git bizim vatanımızdan.)

Mus’ab, yumuşaklıkla eyledi ki şöyle arz:
(Safa geldin, hele gel, şuraya otur biraz.

Önce bizi dinleyip, vakıf ol gayemize.
Beğenirsen kabul et, mani ol yoksa bize.)

Onun bu nazikane ve yumuşak halini,
Görmek, yumuşatmıştı Üseyyid’in kalbini.

(Doğru söyledin) deyip, mızrağını bu kere,
Saplayarak, oturdu gösterdiği bir yere.

Mus’ab, güler yüz ile bir güzel sohbet etti.
Anlattı tatlı tatlı ona İslamiyet’i.

Kur’an-ı kerimden de okudu birkaç âyet.
Üseyyid dinleyince, duygulandı begayet.

(Bunlar, ne güzel şeyler) dedi kendi kendine.
Sordu: (Ne yapmak lazım, girmek için bu dine?)

Mus’abın dediğini, o da tekrar ederek,
İman etti orada, şehadet getirerek.

Ve dedi ki: (Bu yerde, var ki Sa’d bin Mu'az,
O iman eder ise, iman eder cümle nas.)

Sonra, huzur içinde ayrılarak o evden,
Sa’d ibni Mu'azın yanına geldi hemen.

Sa’d, onu uzaktan görür görmez dedi ki:
(Değişik geldi bana Üseyyid'in sireti.

Ve size, yemin ile söylerim ki ben keza:
O, gittiği yüz ile gelmiyor yanımıza.)



Sürur senesi

Üsseyyid’e sordu ki Sa’d bin Mu'az hemen:
(O Mekkeli adamı kovdun mu o haneden?)

O dedi ki: (Ey Sa’d, gittim onun yanına.
Sözlerini dinleyip, çok hayran oldum ona.

Bana, öyle hoş şeyler okudu ki ya Sa’d!
Onların tesiriyle bir hoş oldum o saat.)

O dedi ki: (Ne için gitmiştin o eve sen?
Dönüp geldin geriye, hiçbir şey halletmeden.

Bari ben gideyim de, halledeyim bu işi.
Acele bu diyarı terk eylesin o kişi.)

Bir hışımla kalkarak, vardı hemen o eve.
Girerek, çok hiddetle başladı söylenmeye.

Ve hazret-i Mus’aba dedi ki: (Az bana bak!
Bu diyardan çekil git, yoksa fena olacak.)

Lakin Mus’ab bin Umeyr, onu, güler yüz ile,
Karşılayıp dedi ki: (Sakin ol, otur hele.)

Gayet nazik olarak dedi: (Ey ibni Mu'az!
İstersen, gayemizi eyleyeyim sana arz.

Sözlerimiz, hoşuna gider ise, ne a’la.
Aksi halde, bu yeri terk ederiz, pekala.)

Bu yumuşak sözleri, sakinleştirdi Sa’di.
Dedi: (Ne okuyorsan, bana da oku haydi.)

Mus’ab, İslamiyet’i anlattı ona önce.
Sa’d da çok duygulandı, Mus’abı dinleyince.

Kalbinde, tatlı tatlı bir şeyler oluyordu.
Sanki temiz bir şeyle, kalbi yıkanıyordu.

Sonra Kur’an okudu, Mus’ab tatlı sesiyle.
Kendinden geçiyordu, o bunun tesiriyle.

Okuması bitince, dedi ki ona ilkin:
(Ne yapmam gerekiyor imana gelmek için?)

Kelime-i tevhidi öğrendi sevinerek.
O da iman eyledi, şehadet söyleyerek.

Artık onun kalbini, sardı bir neşe, sevinç.
Bu huzurla, yerinde duramıyor idi hiç.

Derhal koştu evine ve aldı abdestini.
Topladı etrafına cümle kabilesini.

Üseyyid bin Hudayr’ı dahi alıp yanına,
Şöyle hitab eyledi Eşhel oğullarına:

(Nasıl biliyorsunuz beni siz ey insanlar?)
Onlar, hep bir ağızdan şöyle cevapladılar:

Dediler: (Elbette sen, bizim reisimizsin.
Canımızı istesen, veririz senin için. 

Bize ne emredersen, getiririz yerine.
Sana mutlak tâbiyiz, muntazırız emrine.)

Dedi ki: (Öyle ise, olsun ki haberiniz,
Ben şimdi Müslümanım, siz de iman ediniz!

İman etmez iseniz eğer ki tek Allah’a,
Hiç görüşmeyeceğim sizin ile bir daha.)

O böyle söyleyince, bilcümle kabilesi,
Hiç itiraz etmeden, imana geldi hepsi.

Kırdılar putlarını, hem kendi elleriyle.
Çınladı yer gök o gün tekbir sedalariyle.

Bu hadiseden sonra. cümle Medineliler,
Evs ve Hazrec, tamamen hep imana geldiler. 

Buna, Resulullah da pek çok sevindiğinden,
(Sürur senesi) dendi bu seneye bu yüzden.


İkinci Akabe biatı

Onüç yıl geçmişti ki, bi’setten itibaren,
Müşriklerin o zulmü sürüyor idi aynen.

Hatta işkenceleri, son haddine varmıştı.
Öyle ki, dayanılmaz bir hale ulaşmıştı.

Ve lakin Medine’de, Es’ad ibni Zürare,
Ve Mus’ab bin Umeyr’in üstün gayretleriyle,

İslamla şereflendi, Evs ile Hazreciler.
O imanla, huzur ve sevinç içindeydiler.

Mekke’de eza gören cümle Müslümanlara,
Kucaklarını açmış, beklerlerdi o ara.

En büyük arzuları şu idi ki: o Server,
Hicretle, Medine’ye teşrif ediverseler.

Hepsi, mal ve canını, Onun için ruz-ü şeb,
Feda edeceğine söz vermişler idi hep.

Nihayet hac mevsimi gelmiş idi o sene.
Onların bu aşkları, çıkmıştı zirvesine.

Mus’ab bin Umeyr ile birlikte hem o zaman,
Yetmişüç erkek ile iki kadın Müslüman,

Medine’den Mekke’ye gelip Hac eylediler.
Resulle, Akabe’de bir araya geldiler.

Görüşüp konuşarak, o Servere, ayrıca,
Hicret etmelerini ettiler arz ve rica.

Peygamberin amcası, Hazret-i Abbas dahi,
Hazır bulunuyordu orada bizatihi.

Dedi: (Bu, biliniz ki, kardeşimin oğludur.
İnsanlardan en fazla sevdiğim kişi Odur.

Siz Onu tasdik edip, hem tâbi olduysanız,
Ve alıp götürmeye, kati kararlıysanız,

Beni tatmin edecek söz vermeniz lazımdır.
Zira O, biliniz ki, bizim evladımızdır.

Şimdi siz, şu hususu düşününüz iyice:
Arab kabileleri size hücum edince,

Onlarla savaşacak güce sahip misiniz?
Eğer sahip iseniz, bu işe girişiniz.

Bunu siz, aranızda konuşunuz iyice.
Ayrılığa düşmeyin, sonra zora gelince.

Onu, tam layıkıyle koruyacak iseniz,
Ne a’la, yanınızda götürün, yoktur beis.

Yok, oraya gidince, Onu yalnız başına,
Bırakacak iseniz, götürmeyin boşuna.)

Onun sözü bitince, Es'ad ibni Zürare,
Resulden izin alıp, başladı şu sözlere:

(Ya Resulallah bizler, kalbimizle büsbütün,
İman edip hem size tâbi olduk topyekün.

Sizin emriniz ile, bütün akrabalardan,
Alakamızı kesip, uzaklaştık onlardan.

Size kucak açmakta, olduk bütün ve birlik.
Bu şerefli görevi, vacib ve lazım bildik.

Kendi çocuğumuzu nasıl koruyor isek,
Sizi dahi öylece koruruz, bu bir gerçek.

Ve sizi, kanımızın son damlasına kadar,
Koruyacağımıza yeminle verdik karar.

Bu babta, aramızda tam mutabakat vardır.
Dilimiz ne söylerse, kalbimiz de aynıdır.)




Hepsi biat ettiler

Es’ad bin Zürare’nin konuşmasından sonra,
Abdullah bin Ubade hitab etti onlara.

Dedi: (Ey Hazreçliler, Resulü, ne için siz,
Kabul ettiğinizi iyi bilir misiniz?)

Onlar, (Evet biliriz) cevabını verdiler.
O, sözüne devamla dedi: (Ey Hazreçliler!

Sizler Onu hem sulhta, hem savaş zamanında,
Koruyacak mısınız her tehlike anında?

Mallarınız zarara girse de tam olarak,
Ve akrabalarınız olsa da cümle helak.

Sevgili Peygamberi, eğer ki yardımcısız,
Bırakacak iseniz, şimdiden bırakınız.

Böyle yapar iseniz, biliniz ki elbette,
Helake uğrarsınız, dünya ve ahirette.

Eğer Onun uğrunda, gitse de mallarınız,
Ve öldürülseler de, cümle yakınlarınız,

Eğer bütün bunları, Ona feda etmeyi,
Aklınız kesiyorsa, düşünün götürmeyi.

Böyle yapar iseniz, dünya ve ahirette,
Bu, daha hayırlıdır sizin için elbette.)

O böyle söyleyince, bilcümle Hazreçliler,
Hepsi de, ittifakla onu tasdik ettiler.

Dediler ki: (Vallahi, biz Peygamberimizi,
Hiç yalnız bırakmayız, öldürseler de bizi.

Mal ve can bakımından, olsak da hayli mağdur,
Ondan ayrılamayız, ölmek var, dönmek yoktur.)

Bu sözleri, cümlesi kabul etti gönülden.
Allah’ın Resulüne söz verdiler o günden.

Ve Es’ad bin Zürare dedi ki ilk olarak:
(Ben, Allah ve Resule söz veririm ki mutlak,

Onu koruyacağım her zaman mal ve canla.
Ve biat ediyorum Peygamber-i zişâna.)

Müsafeha eyledi o böyle söyleyerek.
Sonra diğerleri de, biat etti tek be tek.

Resulullah uğrunda, böylece o gün onlar,
Hepsi, mal ve canını, hep ortaya koydular.

İki de kadın vardı aralarında, fakat,
Onlar ile, sadece söz ile oldu biat.

Resulullah onlardan, söz aldı ki bir daha:
(Bir şeyi şerik, ortak koşmayınız Allah’a.

Hiç hırsızlık ve zina, iftira etmeyiniz.
Kız çocuklarınızı, asla öldürmeyiniz.

Yalan söylemeyin ki, çirkindir bu da gayet.
Ve hayırlı işlere, etmeyin muhalefet.)

Onlar, Resulullahla ederken o gün biat,
Akabe tepesinden, geldi şöyle bir feryat:

(Ey Kureyş, Muhammed ve Medineli müminler,
Sizinle savaş için, ittifaka girdiler.)

Resulullah buyurdu: (Duyduğunuz bu feryat,
Akabe şeytanıdır, eylemeyin iltifat.)

Sonra o müminlere, bunu müteakiben,
Buyurdu: (Yerinize dönünüz şimdi hemen.)

Medine’den Resulün yanına gelmek ile,
Onlar, Muhacirinden oldular böylelikle.



Hicret başlıyor

Müminler, bu ikinci Akabe biatiyle,
Sığınacak bir ülke bulmuştu böylelikle.

Lakin bunu duyunca, o Mekkeli müşrikler,
Onlara işkenceyi, çok şiddetlendirdiler.

Öyle ki, müminlere, Mekke’de hayat sürmek,
Tahammülü imkansız bir hal aldı giderek.

Huzurlarına gidip Allah’ın Habibinin,
Müsaade istediler, Mekke’den göçmek için.

O günlerde idi ki, bir ara Resulullah,
Eshabının yanına teşrif etti bir sabah.

Buyurdu: (Ey Eshabım, bana, hicret yeriniz,
Bildirildi ki, o yer Medine’dir biliniz.

Oraya hicret edin Allah’ın izni ile.
Birleşin, gidip diğer din kardeşlerinizle.

Rabbimiz kardeş yaptı, size o müminleri.
Huzur bulacağınız yurt kıldı hem o yeri.)

Resulün izni ile, artık o memlekete,
Müminler, bölük bölük başladılar hicrete.

İtina ederlerdi ve lakin onlar şuna:
Ki, Mekkeli müşrikler varmasınlar farkına.

Dikkat çekmemek için, geceleri, sessizce,
Küçük kafilelerle giderlerdi gizlice.

Neden sonra, bu işi anlayıp o müşrikler,
Mani olmak üzere, saldırıya geçtiler.

Görebildiklerini çevirip yollarından,
Döverek, sonra hapse atarlardı ardından.

Buna rağmen müminler, katlanıp hep bunlara,
Düştüler hicret için, bölük bölük yollara.

Lakin hazret-i Ömer, kılıcını kuşanıp,
Yanına, oklarını ve mızrağını alıp,

Müşriklerin önünde yürüdü Beytullaha.
Öylece tavaf etti Kâbe’yi yedi defa.

Sonra o müşriklere seslendi gür sesiyle.
Dedi: (İşte, dinimi korumak gayesiyle,

Ben de, Allah yolunda muhacir oluyorum.
Ve bilin ki, Medine yurduna gidiyorum.

Evet, karısını dul, çocuklarını yetim,
Bırakmak istiyorsa aranızda eğer kim,

Ve bana mani olmak istiyorsa kim eğer,
Şu vadinin ardında, önüme çıksın o er.)

Ve yirmi Müslümanı alıp sonra yanına,
Gittiler güpe gündüz Medine yollarına.

Ömer ibnil Hattab’tan korkularından onlar,
Bu giden kafileye, hiç dokunamadılar.

Göçün, ardı arkası artık kesilmiyordu.
Sahabe, akın akın hep hicret ediyordu.

Ebu Bekr-i Sıddık da, bu ara hicret için,
Gelip, talep edince Resulden bir gün izin,

Buyurdu ki: (Sabreyle, bana dahi Rabbimiz,
İzin verir, hicrete, seninle gideriz biz.)

O, şaşkınlık içinde eyledi hemen sual,
Dedi: (Ya Resulallah, var mı böyle ihtimal?)

Allah’ın Sevgilisi, buyurdu: (Vardır, evet.)
Hazret-i Ebu Bekir, sevindi buna gayet.



Onu göremediler

Resulün izni ile, müminler hepsi hemen,
Hicretle, Medine’ye ulaştılar tamamen.

Mekke’de kaldı yalnız, o Resul-i mücteba.
Hazret-i Ebu Bekir ve Aliyyül Mürteza.

Bir de, fakir ve hasta, ihtiyar bîçareler.
Ve bir de, müşriklerin hapsettiği kimseler.

Lakin Medineliler, Muhacirleri bir bir,
Çok iyi karşılayıp ettiler hep misafir.

Muhacirin ve Ensar, birleşerek velhasıl,
Arada, çok kuvvetli bir birlik oldu hasıl.

Bir telaşa kapıldı bunu duyan müşrikler.
Dediler: (Muhammed de, oraya hicret eder.

Ve bir İslam devleti kurulursa oraya.)
Bunu görüşmek için, geldiler bir araya.

İhtiyar kılığına girerek şeytan dahi,
Bu fesat güruhuna katıldı bizatihi.

Çok çeşitli teklifler oldu ise de, yine,
İltifat olunmadı ve lakin hiçbirine.

Şeytan, konuşmalara, en sonra olup dahil,
Dedi: (Bu tekliflerin hiçbiri çare değil.

Çünkü güler yüz ile, tatlı dil var ki Onda,
Aldığınız her tedbir, bozulur en sonunda.)

Ebu Cehil dedi ki: (Öyle ise biz hemen,
Birer kişi seçelim, her bir kabilemizden.

Bir gece, Muhammed’in hanesini sarsınlar.
Kılıç vurup, kanını yerlere akıtsınlar.

Hem kimin öldürdüğü karışır bu sebepten.
O ölünce, biz dahi kurtuluruz bu dertten.)

Şeytan bunu beğenip, mesrur oldu gayetle.
Hemen teşvik eyledi bu fikri hararetle.

Bu hazırlıkta iken müşriklerin herbiri,
Hak teâlâ, Resule gönderdi hicret emri.

Cebrail, olanları haber verdi anında.
Dedi ki: (Yatmayasın bu gece yatağında.)

Resulullah, hazret-i Ali’ye geldi hemen.
Buyurdu ki: (Ya Ali, hicret edeceğim ben.

Rabbimizin emriyle, yat uyu yatağımda.
Örtüver üzerine, şu benim hırkamı da.

Halkın bana verdiği şu emanetlerini,
Yarın, sahiplerine teslim et herbirini.

Kavi tut hatırını, endişe etme zinhar.
Zira sana onlardan, asla gelmez bir zarar.)

Sardı gece kâfirler, o Resulün evini.
Gaye, öldürmek idi Allah’ın Habibini.

Resulullah, Yasin-i şerifi okuyarak,
Ve bir avuç toprağı, kâfirlere saçarak,

Çıktı gece evinden, izzet ve saadetle.
Geçti aralarından, sıhhat ve selametle.

O an bir uyku sardı, küffârın herbirini.
Asla göremediler, Resulün gittiğini.

O topraktan, her kime isabet etti ise,
Bedir’de öldürüldü müşriklerden o kimse.

Resulullah, geçerek küffârın önlerinden,
Hazret-i Ebu Bekrin evine geldi hemen.
 


Ben de beraber miyim?

Yattı hazret-i Ali Resulün yatağına.
Fedaya hazır idi nefsini her an Ona.

Hazret-i Cebrail’le Mikail’e, o zaman,
Şöyle bir emir geldi Hak teâlâ katından:

(Bu gece, arslanımın yanında bulununuz!
Onu, düşmanlarının şerrinden koruyunuz.)

Geldi Cibril-i emin, durdu başı ucunda.
Bekledi Mikail de gelip ayak ucunda.

Resulün çıkmasını beklerken gece küffâr,
Biri gelip sordu ki: (Burda ne işiniz var?)

Dediler: (Muhammed’i bekliyoruz şimdi biz.
Çıkar çıkmaz saldırıp, hemen öldüreceğiz.)

Dedi: (O, çoktan çıktı, yemin ederim size.
Ve bir avuç toprağı saçtı üzerinize.)

Kâfirler, başlarına götürüp ellerini,
Buldular o saçılan toprağın eserini.

Hemen hücum ettiler o haneye anında.
Gördüler, Ali yatar Resulün yatağında.

Ondan, Resulullahı hemen sual ettiler.
(Bilmiyorum) deyince, dönüp geri gittiler.

Zira çekinirlerdi Aliyyül Mürteza’dan.
Korktular bunun için, fazla bir şey sormaktan.

Hazret-i Ebu Bekrin evine gidip küffâr,
Kapıyı, hızlı hızlı çalmaya başladılar.

Kızı hazret-i Esma, kapıya çıktı derhal.
Onlar, Resulullahı ettiler ondan sual.

O cevap vermeyince, dövdüler fena halde.
Ve dediler: (Etrafa dağılalım o halde.)

Resulü bulmak için, Mekke’de dört döndüler.
Lakin bulamayınca, hep çılgına döndüler.

Velhasıl Resulullah, hazret-i Ebu Bekre,
Gelip hicret emrini, ona dedi bu kere.

Buyurdu: (Ya Eba Bekr, bana da hicret için,
Rabbimiz tarafından verildi bugün izin.)

O sual eyledi ki Resul-i müctebaya:
(Ben de beraber miyim sizin ile acaba?)

Resulullah, cevaben buyurdular ki: (Evet.)
Hazret-i Ebu Bekir sevindi buna gayet.

Ve hatta bu sevinci, oldu ki öyle içten,
Ağlayıp, gözlerinden yaş aktı bu sevinçten.

Dedi: (Ya Resulallah, hazır develerimiz.
Siz istediğinizi, lütfen kabul ediniz.)

Buyurdu: (Arzu etmem hediyeyi bu saat.
Develerden birini, bahasıyla bana sat.)

Hazret-i Ebu Bekir, bu kesin arzu ile,
Develerden birini, satıverdi Resule.

Kılavuzluk için de Abdullah bin Ureykıt,
Adındaki birini, gidip buldu o vakit.

Dedi: (Bu develeri, al, fakat üç gün sonra,
Getir Sevr dağındaki falanca mağaraya.)
 



Korkma ya Eba Bekir!

Safer yirmiyedisi ve Perşembe günlerden.
Peygamber efendimiz, Ebu Bekirle hemen,

Yanlarına bir miktar yiyecek de alarak,
Başladılar hicrete, o evden ayrılarak.

Bilmemesi için de, bunu o müşriklerin,
Arka penceresinden atladılar o evin.

Belli olmasın diye, hem de ayak izleri,
Parmakları ucuna basarlardı ekseri.

Hazret-i Ebu Bekir, Resulün çevresinde,
Dönerek gidiyordu korku içerisinde.

Bazan sağda, bazan da solunda yürüyordu.
Resulün etrafında pervane dönüyordu. 
Allah’ın Sevgilisi, sordu: (Ya Eba Bekir!
Bu minval yürümende, acaba hikmet nedir?

Sebep ne ki, bir sağdan, bir soldan yürüyorsun.
Bir ileri, bir geri, yer değiştiriyorsun?)

Dedi: (Ya Resulallah, korkarım ki sizlere,
Herhangi bir cihetten bir zarar gelir diye.

Onun için bir sağdan, bir soldan yürüyorum.
Bir zarar gelecekse, bana gelsin diyorum.)

Buyurdu ki: (Üzülme, Rabbimiz bizimledir.
Bize zarar yapmaya olamazlar muktedir.)

Nihayet mağaraya vardılar selametle.
Ve lakin Resulullah, yorulmuştu gayetle.

Nalinleri dar olup, yolda parçalandı hep.
Mübarek ayakları, kanadı bundan sebep.

Yürüyecek mecali kalmamıştı velhasıl.
Güçlükle mağaraya oldular gece vasıl.

Mağara kapısına gelince en nihayet,
Sıddık arz eyledi ki: (Bana müsaade et.

Gireyim sizden önce, akrep, yılan olmasın.
Haşeratın zararı sizlere dokunmasın.)

Sonra girdi içeri Resul izin verince.
İçerde, sağlı sollu delikler gördü nice.

Acele gömleğini yırtıp parçalayarak,
Tıkadı delikleri, bir tane kaldı ancak.

Çıplak ökçesini de, koyarak o deliğe,
Dedi: (Ya Resulallah, buyurun içeriye!)

Allah’ın Sevgilisi, Besmele okuyarak,
Teşrif etti içeri, gayet yorgun olarak.

Ve mübarek başını, Sıddık’ın kucağına,
Koyup uyuyuverdi, fazla yorgun olunca.

O sırada Sıddık’ın ayağını koyduğu,
Delikteki bir yılan ısırdı birden onu.

Canı yandı ise de bu acıdan begayet,
Resul uyanır diye, etmedi hiç hareket.

Lakin göz yaşlarına mani olamamıştı.
Ve Resulün yüzüne, bir damla damlamıştı.

Resulullah uyanıp, sual etti hemence:
(Ya Eba bekr kardeşim, ne oldu biraz önce?)

Dedi: (Ya Resulallah, delikteki bir yılan,
Isırdı ayağımı, yaş geldi acısından.)

Biraz ağız suyundan sürdü Resul yaraya,
Anında iyi olup, kavuştu tam şifaya.
 


Biz de sana aşığız

Hazret-i Sıddık ile, o gece Resulullah,
Karanlık mağarada ettiler o gün sabah.

Resulullah, Sıddık’ı gördü sabah gömleksiz.
Hemen sual etti ki: (Nerede gömleğiniz?)

Dedi: (Ya Resulallah, gördüm ki mağarada,
Akrepler ve yılanlar geziyordu ortada.

Beni görüp, kaçtılar hepsi deliklerine.
Gömleğimi yırtarak, tıkadım herbirine.)

Allah’ın Sevgilisi, bunu ondan dinledi.
Ellerini kaldırıp, hayır dua eyledi.

Sıddık’ın ayağını ısırınca o yılan,
Resulullah buyurdu: (Ayağını çek ordan!)

Hazret-i Ebu Bekir, çekince ayağını,
Hemen delik ağzında, gördüler o yılanı.

Koca bir yılan idi, çok heybetli ve iri.
Azarladı yılanı Allah’ın Peygamberi:

(Ey yılan, korkmaz mısın âlemlerin Rabbinden?
Hem de utanmaz mısın Onun Peygamberinden?

Eziyet ediyorsun benim arkadaşıma.
Izdırap veriyorsun, bu yar ve yoldaşıma.)

Yılan, dile geldi ve dedi: (Ya Resulallah!
Sen, bütün varlıkların Peygamberisin vallah.

Sana aşık olanlar, değil yalnız insanlar.
Aşıktır sana kuşlar, karıncalar, yılanlar.

Önceden biliyordum ben geleceğinizi.
Ve en büyük arzum da, görmekti bir an sizi.

Bu sıkıntılı yerde, gece gündüz demedim.
Senelerdir, sabırla yolunuzu bekledim.

Girdiniz güneş gibi karanlık mağaraya.
Sıddık mani olunca, kalmadı bende hayâ.

Yüzünü görmek için, bu suçu işledim ben.
Özrümü kabul edip, affedin beni lütfen.)

Yılanın bu özrünü, kabul buyurdu o an.
Sürdü hemen yaraya, biraz ağız suyundan.

Hazret-i Ebu Bekir, oldu hemen şifayab.
Kalmadı yarasında bir acı ve ızdırap. 

O ara müşrikler de, iz takip ede ede,
Gelip karar kıldılar, mağaranın önünde.

Ve lakin görür görmez, bir örümcek ağını,
Ve bir güvercinin de, hem yuva yaptığını, 

Dediler: (Eğer onlar girselerdi bu yere,
Ağ yırtılır, hem yuva bozulurdu bir kere.)

Ve hemen iz sürücü Ebu Kürz’e döndüler.
(Sen izleri böyle mi sürüyorsun?) dediler.

Dedi: (İzler geliyor işte bu mağaraya.
Ya yere girdi bunlar, ya uçtular havaya.)

Bir tanesi dedi ki: (Öyle ise, biriniz,
Mağaranın içine girip göz gezdiriniz.)

Bir başkası dedi ki: (Hadi gidin oradan.
Bu ağ belki örülmüş, ta Muhammed doğmadan.)

Onlar, kapı önünde konuşurken bu minval,
Hazret-i Ebu Bekir, endişe etti derhal.

Dedi: (Ya Resulallah, onlardan bir tanesi,
Eğilip bakmış olsa, burada görür bizi.)

Resulullah buyurdu: (Korkma ya Eba Bekir!
Korkma ki, Hak teâlâ bizimle beraberdir.)



Hicret başlıyor

Resul ile, hazret-i Ebu Bekir, orada,
Üç gündüz ve üç gece kaldılar mağarada.

Hazret-i Ebu Bekrin, Abdullah adındaki,
Oğlu, gündüz Mekke’de ne oluyorsa vaki,

Ve küffârdan duyduğu haberleri, öylece,
Gelip, Resulullaha bildirirdi her gece.

Amir bin Füheyre de, gelerek geceleri,
Süt getirir ve hem de silerdi o izleri.

Dördüncü gün o Server, Kusva nam devesine,
Binip, Ebu Bekri de bindirdi terkisine.

Öbür deveye ise, Abdullah bin Ureykıt,
Ve Amir bin Füheyre bindi ki, tam o vakit,

Mahzunluk çöktü birden o Serverin gönlüne.
Çevirdi devesini Beytullahın yönüne.

Buyurdu ki: (Ey Mekke, vallahi sen Allah’ın,
Katında, en hayırlı bir yer ve bir vatansın.

Bana, senden hayırlı yurt yok sana kıyasla.
Çıkarılmasa idim, çıkmazdım senden asla.

Kavmim, beni zor ile çıkarmasaydı eğer,
Vallahi senden gayri, tutmazdım bir yurt ve yer.)

O an Cibril-i emin, Sevgili Peygambere,
Gelip sual etti ki: (Müştak mısın bu yere?)

Resul, (Evet) deyince, getirdi ki bir âyet,
Allah’ın Sevgilisi mesrur oldu begayet.

Hak teâlâ, Resulü teselli ediyordu.
Tekrar döneceğini Ona müjdeliyordu.

Hicret için, sefere başladılar nihayet.
Yolculuk, rahat sakin geçiyordu begayet.

Müşrikler, didik didik Onu arıyorlardı.
Ve lakin hiçbir yerde, hiç bulamıyorlardı.

Olamayacaklardı onlar bunda muvaffak.
Zira koruyor idi Resulü cenâb-ı Hak.

Az sonra, Kubeyd denen bir mahale geldiler.
O yerde konaklayıp, istirahat ettiler.

Orada, Ümmü Mabed adında, çok akıllı,
Ve cömert bir hanımın, bir de çadırı vardı.

Peygamber efendimiz, ücretini vererek,
Almak arzu ettiler ondan hurma ve ekmek.

Lakin o, arz etti ki: (Olsaydı keşke eğer,
Parasız, ben sizlere çekerdim ziyafetler.

Bir geçim sıkıntısı ve kıtlık var ki bizde,
Hiçbir şey bırakmadı maalesef elimizde.)

Resulullah, kenarda, gördü yatan bir koyun.
Ve sual eyledi ki: (Var mıdır sütü bunun?)

Dedi: (Yoktur efendim, kaldı kemik ve deri.
Hatta mecalsizlikten, sürüden kaldı geri.)

Resul izin isteyip, sağdı onu eliyle.
Kap isteyip, süt ile doldurdu tamamiyle.

Önce Ümmü Mabed’e, bir tasla etti ikram.
Sonra, diğerleri de içti ve doydular tam.

Kendileri de içip, içtikleri süt kadar,
Kadına para verip, oradan ayrıldılar.

Sonra Ümmü Mabed’in beği geldi evine.
O sütleri görünce, sevinip dedi: (Bu ne?)

Dedi ki: (Evimize, geldi bir mübarek zat,
Onun bereketidir gördüğün bu süt bizzat.)

Biraz tarif edince, dedi ki: (Öyle ise,
Kureyşin beklediği Peygamberdir o kimse.)
 

Birden kuma gömüldü

Hazret-i Peygamberle, hazret-i Ebu Bekri,
Asla bulamayınca o Kureyş kâfirleri,

Çaresizlik içinde bir yerde toplandılar.
Görüşüp, bu hususta yeni karar aldılar.

Dediler ki: (Onları kim nerede görürse,
Ve hemen yakalayıp, acilen öldürürse,

Yahut esir alırsa diri yakalayarak,
Yüz deve alacaktır, o mükafat olarak.)

Süraka bin Malik de duydu bu yüz deveyi.
Dedi ki: Yüz deveye malik olmak ne iyi.

O böyle düşünürken, biri itip kolundan,
Dedi ki: (İki kişi, gider sahil yolundan.

Halen falan tepeye belki erişmişlerdir.
Zannederim gidenler, aranan kişilerdir.)

Süraka, çok sevindi bunu öğrendiğine.
Lakin sevindiğini belli etmedi yine.

Dedi ki: (O gidenler, filan filandır bence.
Zira onlar, buradan geçmişlerdi az önce.)

Sebebi şu idi ki, böyle söylemesinin,
Vaad edilen yüz deve, olsun hep kendisinin. 

Bindi hemen atına, bir anda uzaklaştı.
Az sonra, Resul ile Ebu Bekre yaklaştı.

Hücum edecekti ki arkadan o Servere,
Atı tökezlenerek, aniden düştü yere.

Yüz devenin hırsıyla, tekrar bindi atına.
Bundan ibret almayı getirmedi aklına.

Yaklaştı tekrar yine, Sıddıkla Peygambere.
Bu hal, çok korku verdi, hazret-i Ebu Bekre.

Allah’ın Sevgilisi, sordu: (Ya Eba Bekir!
Görürüm üzülürsün, acaba sebep nedir?)

Dedi: (Ya Resulallah, düşman geldi arkadan.
Korkarım hazretine bir zarar gelir ondan.)

Buyurdu ki: (Düşmandan korkma ya Eba Bekir!
Zira dost, her saniye bizimle beraberdir.)

Sonra dua buyurdu: (Ya İlahel âlemin!
Süraka’nın şerrinden, sen bizi eyle emin.)

O anda Süraka da yaklaşmıştı ki, birden,
Atının ayakları, kuma battı aniden.

O zaman vakıf oldu işin hakikatine.
Yalvardı can havliyle Allah’ın Habibine.

Dedi: (Şimdi inandım, sen elbet Peygambersin.
Beni bu kum içinden, sen kurtarabilirsin.)

O zaman Resulullah eyledi şu duayı:
(Ya Rab, doğru diyorsa, halas et Süraka’yı.)

Bir anda kurtularak, çıktı kumun içinden.
Ve yanında ne varsa, Resule verdi hemen.

Lakin kabul etmeyip, buyurdular ki ona:
(İhtiyacım yok benim, senin bu mallarına.

İstediğim şudur ki, gizleyesin yerimi.
Kimseye demeyesin, bu yoldan gittiğimi.)

Süraka (Peki) deyip, döndü hemen geriye.
Aynı yoldan giderken, rastladı çok kimseye.

Dedi ki: (Buralarda, onları çok aradım.
Nam ve nişanlarının, izine rastlamadım.)

Onlar dahi: (Süraka doğru söylüyor) diye,
Atlarını çevirip, dönerlerdi geriye.



Hazret-i Ali’nin hicreti

Hazret-i Peygamberle, Ebu Bekir-i Sıddık,
Amir bin Füheyre ve Abdullah bin Üreykıt,

Sekiz Rebiül evvel, Pazartesi gününde,
Oldular kuşluk vakti, sabah Kuba köyünde.

Resulullah burada, ilk mescidi yaptılar.
Ve Kuba vadisinde, ilk Cumayı kıldılar.

(Temeli, takva üzre kurulan mescit) diye,
Hak teâlâ katından, geldi hem bir methiye.

Bu arada Mekke’de, Ali bin Ebi Talip,
O gün emanetlerle, Kâbe yanına gelip,

Resulün makamına oturup nida etti:
(Herkes, emanetini gelsin ve alsın!) dedi.

Artık Mekke şehrinde kalan Eshab-ı kiram,
Hep hazret-i Ali’ye gelip sığındılar tam.

Ve Mekke’de kaldıkça Resulullahın evi,
Mekan tuttu orada, yine hazret-i Ali.

Resul haber saldı ki hem hazret-i Ali’ye:
(Eşyalarımı alıp, Medine’ye gel!) diye.

Bu emri alır almaz hazret-i Peygamberden,
Kureyş kâfirlerinin yanına geldi hemen.

Dedi ki: (Medine’ye gideceğim ben yarın.
Bir şey diyecekseniz, yarına bırakmayın.)

Herbiri, başlarını aşağı indirdiler.
Korkudan bir kelime cevap veremediler.

Lakin hazret-i Ali, yükleyip eşyaları,
Giderken, karşısına çıktı Kureyş küffârı.

Dediler: (Gidemezsin, geri dön yüklerinle!
Aksi halde hepimiz, cenk ederiz seninle.)

Allah arslanı Ali, devesinden inerek,
Yürüdü üstlerine, hiddetle kükreyerek.

O anda, korku düştü kalblerine küffârın.
Allah’ın yardımıyla oldular darmadağın.

Yine hazret-i Ali, binerek devesine,
Çıktı müteveccihen, Medine beldesine.

Sonra çıktı yoluna Mikdad adında biri.
Kılıcını çekerek dedi: (Hemen dön geri!)

İndi yine deveden, yürüdü üzerine.
Bir hamlede yıkarak, çıktı göğsü üstüne.

Hemence öldürmeyip, imana etti davet.
O dahi kabul edip, nasib oldu hidayet.

Hem büyük bahadırı oldu Müslümanların.
Hem de, büyüklerinden oldu cümle Eshabın.

Sonra hazret-i Ali, devam etti sefere.
Ve nihayet Kuba’da, yetişti o Servere.

Şişmiş ayaklarından, kanlar akıyordu hep.
Ve hatta varamadı huzura bundan sebep.

O Server haber alıp, teşrif etti yanına.
Haline çok acıdı ve sarıldı boynuna.

Mübarek elleriyle, narin ayaklarını,
Okşayıp takdir etti, bu fedakârlığını.

Ellerini kaldırıp, bu amcazadesine,
Çok dualar eyledi, sonsuz saadetine.

Bu fedakârlığının üstüne, sonra hemen,
Bir âyet nazil oldu, kendisini metheden.


Geliyorlar! Geliyorlar!

Allah’ın Sevgilisi, düşmanların şerrinden,
Hicret maksadı ile, çıktı Mekke şehrinden.

Medineli müminler, duyunca bu haberi,
Sevinçle beklediler, Sevgili Peygamberi.

Zira ziyadesiyle özlemişlerdi Onu.
Büyük bir heyecanla, gözlediler yolunu.

Gözcüler koydular ki, geleceği yollara,
Teşrifini, anında haber versin onlara.

Bütün Medineliler, yaşlı genç, kadın erkek,
Gözlerini, ümitle çöl ufkuna dikerek,

Kızgın çölün, nasılsa serin suya hasreti,
Öylece beklediler onlar da o Hazreti.

Herbirinin kalbinde, şu arzu vardı ki tek:
Acaba Resulullah ne gün teşrif edecek?

Büyük sabırsızlıkla beklerken böyle onlar,
Aniden, (Geliyorlaar!) diye bir ses duydular.

O noktaya, dikkatle baktığında her biri,
Gördüler Sıddık ile Hazret-i Peygamberi.

(Resulullah göründü, işte geliyor!) diye,
Büyük müjde, bir anda yayıldı Medine’ye.

Dediler: (Müjde müjde, Resulullah geliyor.
Sevinin ey insanlar, Habibullah geliyor.

İşte, teşrif ediyor sebeb-i necatımız.
Sevinin, bayram yapın, geliyor baş tacımız.)

Kadın erkek, yaşlı genç, sevindiler, coştular.
Karşılamak üzere, Ona doğru koştular.

O gün tekbir sesleri, çıkıyordu göklere.
Ve sevinç gözyaşları, akıyordu yerlere.

Benzeri görülmemiş bayram yaşanıyordu.
Herkes, hep bir ağızdan, şunları söylüyordu:

(Seniyyetül veda’dan, ay doğdu üstümüze.
Bu, ne büyük bir devlet, hamd olsun Rabbimize.

Hoş geldin şehrimize, ey Allah’ın Habibi!
Bize, daha sevinçli gün olmaz bunun gibi.)

O anda Müslümanlar, merak ederdi ki hep:
Resul, kimin evine teşrif eder ki acep?

Kusva’nın yularından, tutarak bir çokları,
Kendi hanelerine çağırırdı onları.

Resulullah, bakarak onların ahvaline,
Buyurdu ki: (Deveyi, koyun kendi haline.

Açın onun yolunu, zira devem memurdur.
Emrolunduğu yere gelince, kendi durur.)

Bıraktılar, hepsini bir merak sardı ancak,
Ki, deve, hangi evin kapısında duracak?

Deve, (Eba Eyyub)un evi önüne kadar,
Yürüyüp, tam o eve gelince kıldı karar.

Hemen Halid ibni Zeyd Eba Eyub Ensari,
Sevinç ve heyecanla koşuverdi ileri.

Allah’ın Resulünün huzuruna gelerek,
Evini, eli ile Resule göstererek, 

Dedi ki: (İşte evim, işte şu da kapısı.
Buyur ya Resulallah, hazırdır her odası.)

Resule mihmandarlık, ne saadet, ne nimet.
O gün, Eba Eyyub’a nasib oldu bu devlet.

 
Bu websitesinin sahibi "Top liste" ekstrasını daha aktive etmemiş!
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol