Hazret-i Muhammed 'sallallahü aleyhi ve sellem' dünyaya teşrif ettiler. Doğumda ebelik vazifesiyle şereflenenlerden birisi de halası Safiyye… Şahit olduğunu ondan dinleyelim…
"Muhammed aleyhisselam doğar doğmaz secde etti. İşaret parmağını gökyüzüne kaldırdı. Lâ ilâhe illallah, innî resûlillah… dedi. Sonra dudaklarının kıpırdadığını gördüm. Eğildim dinledim…ÜMMETİM…ÜMMETİM…diyordu"
***
Aradan 63 yıl geçer… Alemlerin efendisi, vazifesini yapmış ecel şerbetini içmişler… Kabrinden en son çıkan amcası oğlu Kusem… Bakın ne diyor…
"Muhammed aleyhisselamın mübarek yüzünü, dünya gözüyle en son gören kişi benim… Kabirde dudakları kıpırdıyordu. Eğildim, kulak verdim. ÜMMETİM, ÜMMETİM diyordu…"
***
Efendimiz son anlarını yaşıyorlar. Çok sevdikleri hanımları, Aişe annemiz 'radıyallahü anhünne' bağrına basmış Kainatın bir tanesini… Çaresizlik içinde ağlıyor…Kızı Fatıma annemiz ağlıyor…
Azrail aleyhisselam gelip, vazifesini yapmak için alemlerin varlık sebebinden izin istiyor. İzin veriliyor…
Peygamberler Sultanı'nın rengi, can verme acısından bir kırmızıya, bir sarıya dönüyor. Ve soruyorlar… - Ey Azrail kardeşim… Hep böyle zor mu can alırsın?
- Ya Resûlallah… Kimsenin canını seninki kadar kolay almadım….
Merhamet Sultanı, Şanlı Peygamberin nur dudaklarından şu son istek dökülüyor:
- Ey Azrail… Ümmetime yapacağın ölüm acısını bana eyle. Onlar buna dayanamaz…
***
Mirâc… Allahü teala, sevgilisine, en sevgili kuluna hitap ediyor…
- Ya Muhammed, bu gece hürmetine iste benden…
- Efendimiz – Ümmetimi isterim ya Rabbi…buyuruyorlar
- Yüce Allah, 700 kere teklifte bulunuyor. Alemlerin efendisi 700'ünde de bizleri istiyor…
***
Yine Mirâc… Cennet'i, Cehennem'i görmek arzu ediyorlar… Birinci Cehennem'i tarif buyuruyorlar: - 70 bin ateşten derya gördüm… Her biri öyle büyüktü ki; yedi kat yer ve gökleri içine atsalar, bir meleğe emretseler, kıyamete kadar arasa bulamaz…
Burasının kimler için olduğunu sorarlar Malik'e…O ki Cehennem'de görevli meleklerin reisidir…Cevap veremez üzmemek için inci tanesini... Cebrail aleyhisselam bu anda yanlarındadır. – Senden cevap bekliyor ey Mâlik, der.
- Burası senin ümmetinin günahkarları için, der melek…
Efendimiz ağlamaya başlarlar… Öyle ağlarlar ki, Cebrail aleyhisselam ve bütün melekler de ağlaşırlar…Ferman-ı ilahi gelir, bir nurdan yazıyla…
- Mahşer günü sen bu kapıda duracaksın. Burayı hak eden ümmetini geri çevirip, Cennet'e göndereceksin, yazmaktadır…
Efendimiz Cebrail'e bakar ve nur dudaklarından şu müjde dökülür:
- Birinin bile buraya girmesine razı olmam…
***
Ey Şanlı Peygamberim… - Ümmetimin hepsi bana gösterildi. Tek tek yüzlerine baktım, buyuruyorsun…
Bu gerçeği bilen bizler günah denizinde yüzeriz. Peygamberim bana bakarken nasıl günah işlerim diye düşünmeyiz.
Ey merhamet Sultanı… Biliyorum ki bana babamdan, anamdan şefkatlisin…
Sen bebek iken de, kabrinde de bizleri unutmadın.
Şu asırda seni ne kadar özledik. O gül yüzünü, tatlı gülüşünü, utangaçlığının çokluğundan karşındakinin gözlerine bakamayan, o tatlı, sürmeli gözlerini görmeyi ne kadar isterdik…
O mahcup duruşunu, şefkatli bakışını, inci gibi tane tane sözlerini işitmeyi ne kadar isterdik…
Çok bunaldık ey Şerefli Peygamber… Şimdi sizi görebilseydik, nur sohbetinizi dinleyebilseydik. Unuturduk şu zamanın zulmetini, kirini… Allahü tealanın sevgisiyle dolardı içimiz…
Ey Sevgili Peygamberim… Sen ki üç gün yiyecek bir şey bulamaz, mübarek karnına taş bağlardın. Her gün için bir taş… 2 ay evinde ocağın yanmadığı olurdu, pişirecek bir şey olmazdı... Sevgili eşin Aişe annemiz, sen açlıktan kıvranırken, karnını ovalarmış, biraz teselli olsun diye. Ve sorarmış, - Bu kadar sıkıntı niye diye…
- Ümmetime nasihat olmak için, buyururmuşsunuz…
Kıyamete kadar sıkıntı çekecek ümmetin en çok bu kadar çeker diye hani… Peygamberimiz de çekmiş, sabır etmiş diyecekler ya hani…
***
Bir bayram günü bir çocuk görürler yolları üzerinde. Oynayan çocukları uzaktan, mahzun şekilde seyretmektedir.
Yanaşır sorarlar – Yavrum sen niye oynamıyorsun, diye…
Çocukcağız o kadar üzgündür ki, başını kaldırıp sual sahibine bakacak takati bile bulamaz kendinde. Baş önde, hüzün yüklü bir cevap sadece: - Nasıl oynayayım. Babam savaşta öldü… Annem başkasıyla evlendi… Artık ne anam var ne babam…
Efendimizin yaşla dolar gözleri ve sorarlar – Yavrum ister misin, Hasan ile Hüseyin (torunları) kardeşin olsun… Fatıma (kızları) annen olsun… Resûlullah deden olsun…
Çocuk bu güzel koku, bu güzel ses…derken kan ve can gelir yüzüne. Başını kaldırır… Karşısında yaratılmışların en üstünü, şefkat güneşi, emsalsiz tebessümüyle ona bakmakta… Sevinçle sıçrar kucağına Peygamber efendimizin… Hazret-i Peygamber bağırlarına basarlar yavruyu. El ele tutuşurlar. Doğru, kızları Fatıma annemizin evine götürürler. Kızıyla birlikte yıkarlar çocuğu. Bayramlık elbiseler temin ederler. Saçlarını tararlar. Yavrucak neşe içinde – Ben Peygamberimizin torunuyum, diye diye arkadaşlarının yanına koşturur. Artık Resûlullahın evlatlığıdır o… Arkadaşları onu görünce – Ahhh…derler, - Keşke bizim de anne ve babamız olmasaydı da, senin kavuştuğun bu devlete biz kavuşsaydık …
***
Ey büyük Peygamber. Şu devirde buz tuttu merhamet. Siz, -Dünya sevgisi kötülüklerin başıdır, buyurmuşken, dünya için yatıp kalkar oldu yığınlar…
Sana layık ümmet olamadık…
Affet… Affet… Affet…
Cennetten kıymetli kabrinizden ve güneş gibi nur saçan kalbinizden imdat istiyoruz. Allahü tealaya aşkınızın, O'na ibadetinizin, deryalar misali merhametinizin, emsalsiz ahlakınızın bir damlası âb-ı hayattır bize…
Lutfet… Lutfet…Lutfet…
|