Ana Sayfa
Video
Galeri
♦♦►Haber
Bütün Gazeteler
Köşe Yazarları
Net Gazete
♦♦►Tarih
Prof.Dr.Ekrem Bugra Ekinci
Tarih Ansiklopedisi
Türk Âlemiyiz
♦♦►Sağlık-Yemek
Sağlık
Pratik Bilgiler
Hekimce.com
Bitkilerin FAYDALARI
♦♦►Dini
Sohbet
E-kitap
Duâlar
Ilahiler
İlahi dinle
Hikâyeler
Menkîbeler
Osman Ünlü
Silsile aliyye
HuzuraDogru.Tv
Sûreler Ve Dûalar
Internet Radyonuz
Kıyâmet Alâmetleri
Muhammed Aleyhisselamın Hayatı
=> Mübarek Nuru
=> Dünyaya Teşrifleri
=> Mübarek Emanet
=> Gençliği ve Evlenmesi
=> Biseti ve Daveti
=> İlk Müslümanlar
=> Habeşistana Hicret
=> Habeşistana İkinci Hicret
=> Hüzün Yılları
=> Miraç Mucizesi
=> Hicret
=> Medine-i Münevvere Devri
=> Bedir Gazası
=> Hazret-i Fatıma'nın Evlenmesi
=> Beni Nadir Yahudileri
=> Fatıma Binti Esed'in Vefatı
=> Reci Vakası
=> Beni Mustalik Gazası
=> Beni Kureyza Yahudileri
=> Hudeybiye Sulhnamesi
=> Davet Mektupları
=> Hayberin Fethi
=> Umret-ül Gaza Seferi
=> Mute Gazası
=> Mekke'nin Fethi
=> Huneyn Gazası
=> Tebük Seferi
=> Veda Haccı
=> Vefatı
=> Hilye-i Saadet
=> Âlemlerin Rahmeti
=> Bazı Mucizeleri
Esma-i Hüsnâ (Anlamlari)
Esma-i Hüsnâ (Faydalari)
Yazar Ömer Çetin Engin
♦♦►Eğlence
Tavsiyeler
Kare Bulmaca
Serbest Yazılar
Enteresan Bilgiler
Biliyor Musunuz ??
Eğitici Oyunlar(Fransizca)
♦♦►Diğerleri
Sesli Tiyatro
İllerimiz
Sitemap
 

.

Miraç Mucizesi

 
  Hiçbiri gözümde yok
  Git, Habibimi getir!
  Vakitsiz niçin geldin?
  Sen üzülme yeter ki
  Çok garip şeyler gördüm
  Ümmetim zayıftır
  Merhaba salih oğul!
  Ümmetimi isterim
  Cennet hurileri
  Ağladı Resulullah
  Elli vakit namaz
  O dediyse, doğrudur
 

Hiçbiri gözümde yok

Resulullah, gördüğü her kavme, kabileye,
Varıp bildiriyordu, (Hak Mabud birdir) diye.

Ve onlara derdi ki: (Ediniz bana yardım.
Ki, Allah’ın dinini kullara anlatayım.)

Ve lakin hiçbir kimse, imana gelmiyordu.
Himaye ve yardıma, kimse yanaşmıyordu.

Ayrıca, yaparlardı türlü zulüm, işkence.
Böyle sıkıntılarla geçerdi gün ve gece.

Her nereye gitseydi, görüyordu eziyet.
Kime ne söyleseydi, işitirdi hakaret.

Zeyd bin Harise ile, İslam’ın tebliğine,
Taif’e gittiyse de, hakaret gördü yine.

O alçak Taifliler, Onu yuhaladılar.
Gençleri toplayarak, hatta taşa tuttular.

Mübarek bacakları incinip yaralandı.
Zeyd’in başı yarılıp, kanlar içinde kaldı.

Kalbi çok incinmişti o gün Taif ehline.
Üzgün ve yorgun halde, Mekke’ye döndü yine.

Her yeri düşman idi lakin Mekke şehrinin.
Gidecek bir yer yoktu o gece Resul için.

Doğruca, amcasının kızı Ümmü Hânî’ye,
Gidip çaldı kapıyı, ses geldi (Kim o?) diye.

Dışardan seslendi ki: (Amcan oğlu Muhammed.
Misafir geldim sana, kabul edersen şayet.)

O, kapıyı açarak, dedi ki: (Senin gibi,
Şerefli misafire can feda elbette ki.

İnşallah hayır vardır, böyle geldin geceden.
Keşke geleceğini bildirseydin önceden.

Bir şeyler hazırlardım ona göre yiyecek.
Ne yazık, yok bir şeyim şimdi ikram edecek.)

Allah’ın Sevgilisi, teşrif etti içeri.
Buyurdu ki: (İstemem bu dediğin şeyleri.

Hiçbiri gözümde yok, Rabbim görür, işitir.
Ona ibadet için, bir yer bana yetişir.)

Ümmü Hânî, Resule (Peki) dedi ve hemen,
Getirip arz eyledi, Ona ibrik ve leğen.

Gelen bir misafire bir ikramda bulunmak,
Ve onu, düşmanların zararından korumak,

Arapların nezdinde, en şerefli ve büyük,
Vazife sayılırdı, hatta bir yükümlülük.

Bir evde, misafire zarar ziyan olması,
O ev sahibi için, olurdu yüz karası.

Ümmü Hânî düşündü: Bunun düşmanları var.
Öldürmek istiyorlar hatta Onu düşmanlar.

O halde, şerefimi muhafaza edeyim.
Onu, sabaha kadar koruyup gözeteyim.

Alarak babasının kılıcını anında,
Dolaşmaya başladı evinin etrafında.

Allah’ın Sevgilisi, o gün çok incinmişti.
Kâfirlerden çok azar, hakaret işitmişti.

Abdest alıp başladı, Rabbine yalvarmaya.
Mübarek gözlerinden, başladı yaş akmaya.

Ve kulların imana gelmesi için dahi,
Dua edip, Rabbine yalvardı bizatihi.

Lakin yorgun, üzgün ve çok açtı geldiğinde.
Hemen uyuyuverdi, hasırın üzerinde.


Git, Habibimi getir!

O zaman emretti ki Rabbimiz Cebrail’e:
(Bu gece, Habibimi git bana davet eyle!

Önce, kanatlarına doldur cennet cevheri.
Bu gece, tak beline bir de hizmet kemeri.

Sonra git, bu müjdeyi haber ver Mikail’e.

Uğraşmasın bu gece, hiç erzak taksimiyle.

Sonra da, İsrafil’e gidip haber ver bunu.
Yere koysun bu gece, elindeki Sur’unu.

Cümle meleklere de gidip söyle bu şeyi.
Duyursunlar her yere, bu geceki müjdeyi.

Oradan da Malik’e varıp de ki şöylece:
Cehennem kapısını kapatsın o bu gece.

Rıdvan’a da söyle ki, tezyin etsin Cenneti.
Takınsın huriler de, bu gece her ziyneti.

Kaldırılsın bu gece, kabirdeki azaplar.
Hareket etmesinler bu gece su ve rüzgar.

Dalsın cümle melekler, bir neşe ve sevince.
Zira davet eyledim Habibimi bu gece.

Ey Cebrail, Cennetten al yanına bir burak.
Ve ayrıca, yetmişbin melaike alarak,

Sevgili Habibimin, acele yanına git.
Bir hasır üzerinde uyuyor O şu vakit.

Zira çok fazla üzdüm Onun nazik kalbini.
Çok yordum, çok incittim mübarek bedenini.

Bu halde, yine bana el açıp yalvarıyor.
Ve yine benden başka, hiçbir şey düşünmüyor.

Ey Cebrail, git getir Sevgili Habibimi.
Gelsin de görsün O da, Cennet nimetlerimi.

Ona ve ümmetine hazırlamış olduğum,
Nimetleri, bu gece görsün O da bil umum.

Onu sevmeyenlere, hakaret edenlere,
Söz ve yazılarıyle Onu incitenlere,

Hazırlamış olduğum o çetin azapları,
Gelsin de, Cehennemde görsün hep ayrı ayrı.

Habibimi, bizzat ben teselli edeceğim.
Onun nazik kalbini, ben sevindireceğim.)

Cibril, Hak teâlâdan böyle emir alarak,
Girdi hemen Cennete almak için bir burak.

Kırk bin adet burakı hazır buldu anında.
Resulün ismi vardı, herbirinin alnında.

Onlardan birisini alacaktı ki, fakat,
Bir burakın haline, eyledi durup dikkat.

Zira o, bir kenara çekilmiş ağlıyordu.
Gözlerinden sel gibi yaşlar akıtıyordu.

Yaklaşıp, sual etti niçin ağladığını.
Dedi: (Resulullahın ben duyalı adını,

Muhabbeti, kalbime giriverdi o günden.
Ben, Onun aşkı ile ağlarım her gün hemen.)

Burakların içinden, Cibril onu seçti ve,
Geldi Resulullahın bulunduğu o eve.

Baktı ki, bir hasırın üzerinde o Server,
Mışıl mışıl uyuyor, durakladı bu sefer.

İnsan şeklinde idi geldiğinde oraya.
Kıyamadı Resulü dürtüp uyandırmaya.
 


Vakitsiz niçin geldin?

Cibril aleyhisselam Resule geldiğinde,
O, uzanmış uyurdu bir hasır üzerinde.

Hiç kıyamadığından dürtüp uyandırmaya,
Ayağının altını öpüverdi o ara.

Bulunmadığı için meleklerde kalb ve kan,
Onların a’zaları soğuk olur her zaman.

Hazret-i Cibril’in de, o soğuk dudakları,
Uyandırdı bir anda Resul-i kibriyayı.

Cebrail’i tanıyıp, birden meraklanarak,
Ona, şöyle buyurdu Rabbinden çok korkarak:

(Vakitsiz niçin geldin ey Cebrail kardeşim?
Yoksa, Rabbime karşı bir hata mı işledim?

Acep gücendirdim mi Rabbimi bir şey ile?
Bana, acı haber mi getirdin gece ile?)

Duyunca bu sözleri Cibril Resulullahtan,
Dedi: (Müjde getirdim sana Hak teâlâdan.

Ey bütün mahlukatın en üstün, en iyisi!
Ey yüce Yaradan’ın Habibi, Sevgilisi!

İyilikler menbaı, üstünlükler kaynağı,
Bütün Peygamberlerin medar-ı iftiharı,

Ey şerefli Peygamber, Rabbin selam ediyor.
En büyük nimetleri, sana ihsan ediyor.

Seni davet ediyor kendisine, lütfen kalk!
Haydi buyur gidelim, dışarda hazır burak.)

Peygamber efendimiz, kalkıp abdest aldılar.
Hazret-i Cibril ile, Beytullaha vardılar.

Cibril, yardı Resulün göğsünü bilvesile.
Ve kalbini çıkarıp, yıkadı zemzem ile.

Hikmet ve iman dolu bir tas alıp, tamamen,
İçine boşaltarak kapattı yine hemen.

Sonra koydu başına, nurdan bir imameyi.
Giydirdi üzerine nurdan bir de cameyi.

Taktı yakut bir kemer hem mübarek beline.
Zümrütten bir asa’yı verdi sonra eline.

Mübarek ayağına sonra da o Habibin,
Yeşil renkli zümrütten giydirdi bir de nalin.

Ve beyaz bir hayvanı göstererek bu sefer,
Dedi: (Buna binin ki, melekler sizi bekler.)

Allah’ın Sevgilisi, (Peki) deyip o zaman,
Gördü yanı başında çok sevimli bir hayvan.

Tam binecek idi ki, vazgeçip durdu birden,
Baktı, yaşlar akıyor hayvanın gözlerinden.

Onun bu ahvalini ederek hayli merak,
Buyurdu ki: (Ne için ağlıyorsun ey burak?)

Dedi: (Ya Resulallah, zat-ı şerifinize,
Hizmet nasib olacak, hamd olsun Rabbimize.

Lakin kıyamet günü, binmezsen bana eğer,
Ne olur benim halim, buna oldum mükedder.

İsterim, o gün dahi beni tercih edesin.
O gün de, benden gayri hayvana binmeyesin.)

Baktı, gayet üzgün ve mahzun idi o hali.
Onun bu sözlerinden, duygulandı bir hayli.

Buyurdu ki: (Ey burak, üzülme, ol müsterih.
Kıyamet gününde de ederim seni tercih.)



Sen üzülme yeter ki

Sevindirdi burakı Allah’ın Sevgilisi.
Ve lakin bu sefer de, mahzun oldu kendisi.

Hak teâlâ, Cibril’e buyurdu ki: (Sor hele.
Niçin mahzun duruyor Habibim şimdi böyle?)

Cibril sual edince, cevaben buyurdu ki:
(Tam buraka binerken, hatırıma geldi ki:

Zayıf ümmetimin de, yarın mahşer yerinde,

Böyle burak olur mu acaba önlerinde?

Elli bin sene süren arsa-i Arasat’ta,
Ümmetimin halleri nasıldır o saatta?

Bunca günahlarını, yaya nasıl çekerler?
Sıratı, o yüklerle acep nasıl geçerler?

Otuz bin yıl sürecek o Sırat köprüsüne,
Giderken, binerler mi böyle burak üstüne?)

Rabbimizden bir ferman geldi ki: (Ey Habibim!
Onlara, o yolları bir an gibi ederim.

Hem sonra onlara da, mahşerde elbette ki,
Buraklar gönderirim, sen üzülme yeter ki.)

Peygamber efendimiz, bu müjdeyi Rabbinden,
Alınca, ferahlayıp buraka bindi hemen.

Süratli bir hayvandı, hatta bir adımında,
Gözün gördüğü yere basıyordu anında.

Evvela Medine’ye, sonra Tur-i Sina’ya,
Uğrayıp, ulaştılar son Mescid-i Aksa’ya.

Cebrail, bir kayayı delerek parmağıyle,
Hemen bağlayıverdi o burakı o yere.

Bazı Peygamberlerin ruhları, o arada,
İnsan şekline girip, toplanmıştı orada.

Cemaatle namaza, ettiler sonra ikdam.
Lakin kim olacaktı, geçerek öne imam?

Adem, Nuh ve İbrahim adlı Peygamberlere,
İmamlık yapmaları söylendi sıra ile.

Lakin o Peygamberler, özür dileyerekten,
İctinab eylediler imamete geçmekten.

Cibril, Habibullahı sürüp hemen ileri,
Dedi ki: (Sen var iken, geçemez başka biri.)

Peygamber efendimiz, imam olup o saat,
Namaz kılıverdiler birlikte iki rekat.

Sonra Resul-i ekrem, o burak üzerine,
Binerek, yularını aldığında eline,

Cebrail arz etti ki: (Serbest bırak yuları!
Zira o, iyi bilir gideceği yolları.)

Kendisi buyurur ki: Göklere ilerledim.
Bazı garip şeyleri müşahede eyledim.

Gördüm bazı kimseler yere ekin ekerler.
Tohumlar, hemencecik başak oluverirler.

Cibril şöyle söyledi bunların hikmetini:
(İhlasla yapanlardır bunlar ibadetini.)

Bazısının başını ezerlerdi ki yine,
Gelirdi hemencecik tekrar eski haline.

Sual ettim Cibril’den: (Nedir bunun hikmeti?)
Dedi: (Terk edenlerdir Cuma ve cemaati.)

Bir kimseler gördüm ki, aç ve çıplak idiler.
Ateşe atarlardı onları zebaniler.

Yine sual ettim ki: (Kimlerdir bunlar acep?)
Dedi: (Zekat vermeyen zengindir bunlar da hep.)



Çok garip şeyler gördüm

Resulullah buyurdu: Mirac’a uruc ettim.
Çok garip hadiseler müşahede eyledim.

Gördüm bazılarını, yemek var önlerinde.
Lakin onu yemeyip, leş yerlerdi yine de.

Cibril’den sual ettim, dedi ki: (Bu kişiler,
Haram işleyenlerdir, var iken helal işler.)

Gördüm bazısını da, sırtında hayli yük var.
Halka seslenirler ki, biraz daha koyalar.

Cibril dedi: (Bunlar da, hıyanet edenlerdir.
İnsanların hakkını alıp vermeyenlerdir.)

Gördüm yine göklerde, bir garip kimseleri.
Kesip kendi etinden, yerlerdi kendileri.

Cibril dedi: (Bunlar da, gıybet edicilerdir.
Birinden ötekine söz getiricilerdir.)

Çok kadınlar gördüm ki, simsiyahtı yüzleri.
Ateşten elbiseler giymişlerdi her biri.

Cibril dedi: (Bunlar da, zina edicilerdir.
Hem de kocalarını gücendiricilerdir.)

Bir cemaat gördüm ki, Cehennem ateşinden,
Vücutları yanar da, dirilirdi peşinden.

Sordum ki: (Ey Cebrail, bunların suçları ne?)
Dedi: (Asi olmuştur, bunlar ebeveynine.)

Oradan geçtiğimde, gördüm birçok melekler.
Hepsi, Hak teâlâya ibadet etmekteler.

Dikkat ettim, huşu ve hudu ile her melek,
Kıyamda dururlardı, bir tesbih söyleyerek.

Cibril bana dedi ki: (Ya Resulallah, bunlar,
Halk olunandan beri, hep kıyamda dururlar.

Kıyamete kadar da dururlar aynı minval.
Olmaz bu meleklerde kıyamdan başka bir hal.

Allahü teâlâdan niyaz eyle, dua et.
Senin ümmetine de versin böyle ibadet.)

Niyaz ettim Rabbimden, duamı etti kabul.
Beş vakit namazdaki o kıyam, işte budur.

İkinci gökte ise, gördüm çok melekleri.
Bunlar dahi kâmilen rükudaydı herbiri.

Cibril dedi: (Bunlar da, rükudadır her saat.
Halk olunandan beri bilmezler başka taat.

Allahü teâlâya dua eyle sen yine.
Nasib etsin Rabbimiz bunu da ümmetine.)

Bunu da niyaz ettim Rabbimden bizatihi.
Kabul edip, namazda farz kıldı bunu dahi.

Üçüncü gökte dahi gördüm birçok melekler.
Herbiri, saf halinde hep secde etmekteler.

Hep bu halde idiler halk olunandan beri.
Yok idi bunların da başka ibadetleri.

Cibril dedi: (Bunların taati böyledir hep.
Bunu, ümmetine de Rabbinden eyle talep.)

Yine Hak teâlâya eyledim dua, niyaz.
Beş vakit namazlarda bunu da eyledi farz.

Beşinci kat gökte de, gördüm birçok melekler.
Her biri, teşehhütte ibadet etmekteler.

Cibril dedi: (Bunların, hep böyledir taati.
İste, Rabbin sana da versin bu ibadeti.)

İstedim, kabul etti Rabbim bu niyazı da.
Farz kıldı bunu dahi, her beş vakit namazda.



Ümmetim zayıftır

Sonra gördüm bir melek, oturmuş kürsüsünde.
Üzüntülü ve gamlı bir hal vardı üstünde.

Etrafında o kadar melekler var idi ki,
Sayılarını ancak Hak teâlâ bilirdi.

Gayet nurani idi sağındaki melekler.
Giymişlerdi hepsi de, hep yeşil elbiseler.

Solundakiler ise, korkunç ve çirkindi pek.
Ateşler saçıyordu ağzından her bir melek.

O taht üzerindeki meleğe ettim nazar.
Gözleri vardı onun, baştan ayağa kadar.

Çok taaccüp eyledim o meleğin haline.
Sordum kim olduğunu Cebrail-i emine.

Dedi: (Ya Resulallah, bu Azrail’dir, fakat,
Yüzüne bakmak için, herkeste olmaz takat.

Dünya lezzetlerine son veren bir melektir.
İşi, sırf mahlukların ruhunu kabz etmektir.)

Sonra yanına varıp, tanıttı beni bizzat.
Dedi ki: (Ey Azrail, Habibullahtır bu zat.)

O, başını kaldırdı tebessüm eyleyerek.
Sonra kalktı ayağa, beni tazim ederek.

Ve dedi ki: (Merhaba, müjdeler olsun size.
Yaratmadı Rabbimiz sizden aziz bir kimse.)

Sordum o önündeki açık duran defteri.
Dedi ki: (Bunda yazar herkesin ecelleri.)

Sordum: (O elindeki tuttuğun sayfa nedir?)
Dedi ki: (Ecellerin bir günlük listesidir.)

Önündeki ağacı görüp sual eyledim.
Dedi: (Ya Resulallah, onu da arz edeyim.

Onun her yaprağında, bir kulun vardır ismi.
Yazılıdır üstünde said midir, şaki mi?

Ömrü bitse, o yaprak döner gazel rengine.
Sararır, sonra düşer bu defter üzerine.

Kabzederim ruhunu elimi uzatarak.
Bu işte, benim için fark etmez yakın uzak.)

Dedim ki: (Ey Azrail, her kişinin ruhunu,
Nasıl kabzediyorsun, izah et bana bunu.)

Dedi ki: (Ey Allah’ın Sevgili Peygamberi!
Vazifem ruh almaktır halk olunandan beri.

Lakin yetmişbin melek bana hizmet ederler.
Hepsine de yardımcı var binlerce melekler.

Bir kişinin eceli, gelirse eğer sona,
Onlar gidip çekerler ruhunu boğazına.

Sonra da o ruhları, yerimden uzanarak,
Bizzat ben kabzederim, gayet kolay olarak.)

Dedim ki: (Ey Azrail, ümmetimin her biri,
Zayıf ve güçsüz olup, azdır tahammülleri.

İsterim ki, onlara yumuşak davranasın.
Ruhlarını rıfk ile, incitmeden alasın.)

Dedi: (Ya Resulallah, rahat olsun kalbiniz,
Zira hitab eder ki her gün bana Rabbimiz:

Ümmet-i Muhammed’in ruhlarını alırken,
Yumuşak ol, onları hiç incitme katiyen.

Bu yüzden, ümmetine şefkatim çoktur benim.
Annelerinden bile, fazladır merhametim.)


Merhaba salih oğul!

Sonra altıncı göğe yükseldik o arada.
Musa Peygamber ile karşılaştık orada.

Bana, (Merhaba!) deyip, çok hayır dua etti.
Sonra yedinci göğe Cibril beni iletti.

Hazret-i İbrahim’i gidip gördüm o ara.
Dayanmış duruyordu o da Beyt-i mamur’a.

Yaklaşıp selam verdim, o dahi cevap verdi.
(Merhaba salih oğul, salih Peygamber!) dedi.

Sidretül münteha’ya vardık en son olarak.
Onun güzelliğini, mümkün değil anlatmak.

Cibril aleyhisselam karar kıldı orada.
Beni ileri sürüp, eyledi kendi veda.

Dedim: (Buraya kadar, oldun da bana delil,
Yalnız mı bırakırsın, şimdi beni ey Cibril?)

Baktım, bir ızdıraba, korkuya düştü birden.
Titremeye başladı Allah’ın heybetinden.

Dedi ki: (Ya Muhammed, buradan ileriye,
Bir adım daha atsam, yanarım tamamiyle.)

Allah’ın Sevgilisi, Sidretül münteha’dan,
Daha ilerisine yükseleceği zaman,

Ona, Cennet yaygısı geldi Refref adında.
Allah’ın zikri ile meşguldü her anında.

Güneşten parlak idi, geldi ve verdi selam.
Oturdu üzerine Resul aleyhisselam.

Çok yüksek makamlara bir anda yükseldiler.
Ve yetmişbin perdeden geçip ilerlediler.

İki perde arası, uzak idi begayet.
Kürsi, Arş ve ruhları geçtiler en nihayet.

Her perdeden geçerken, bir ses işitiyordu:
Ve (Korkma ya Muhammed, daha yaklaş) diyordu.

Öyle yakın oldu ki âlemlerin Rabbine,
Erişti (Kabe kavseyn) makam-ı alisine.

Hiç anlaşılamayan ve anlatılamayan,
Şekilde, Rabbimize çok yakın oldu o an.

Zamansız ve mekansız ve cihetsiz olarak,
Gördü Hak teâlâyı olmadan göz ve kulak.

Hiç gözsüz ve kulaksız, vasıtasız, ortamsız,
Rabbi ile konuştu, olmadan dil ve ağız.

Resulullah, Mirac’da Rabbini gördü, fakat,
Ahiret görmesiyle gördü, budur hakikat.

Çünkü çıktı o gece, zaman ile mekandan.
Ezel ile ebedi, orada buldu bir an.

Başlangıcı ve sonu, o Allah’ın Habibi,
O mirac gecesinde, gördü bir nokta gibi.

Cennetlik olanların, binlerce sene sonra,
Cennete gidişine şahit oldu o ara.

Eshabdan Abdurrahman bin Avf’ın, beş yüz sene,
Geciktiğini gördü ve sordu kendisine.

Yani dünyadan çıkıp, oldu ehl-i ahiret.
Ahiret âleminde hasıl oldu bu rüyet.

Çünkü buna, bu dünya değildir hiç münasip.
Bu, ancak ahirette, Cennette olur nasip.



Ümmetimi isterim

Mirac’a çıktığında Peygamber efendimiz,
Ona selam vererek, buyurdu ki Rabbimiz:

(Ey Habibim, bu gece benim misafirimsin.
Öyleyse dile benden, ne ki arzu edersin?)

Peygamber efendimiz, hiç tereddüt etmeden,
(Ümmetimi isterim) diye arz etti hemen.

Yediyüz defa sordu Resule bunu Allah.
(Ümmetimi isterim) dedi hep Resulullah.

Hak teâlâ buyurdu: (Ey Habibim, neden hep,
Israren ümmetini edersin benden talep?)

Dedi ki: (Ya ilahi, isteyen sen, veren sen.
Şimdi, bana bağışla ümmetimi tamamen.)

Hak teâlâ buyurdu: (Ey benim Peygamberim!
Ümmetinin hepsini affetmeye kadirim.

Ve lakin o takdirde, benim rahmetim ile,
Senin izz-ü şerefin, belli olmaz ayniyle.

Bir kısmını, bu gece sana bağışlayayım,
Diğer iki kısmını, mahşere bırakayım.

Kıyamette onları edersin benden talep.
Ben dahi kalanını, bağışlarım o gün hep.

Tâ ki benim rahmetim, olsun açık, aşikâr.
Senin dahi izzetin, olsun belli ve izhar.)

Peygamber efendimiz, hadis-i şerifinde,
Buyurdu: Ey Eshabım, ben Mirac gecesinde,

Allahü teâlâdan ettim ki şöyle talep:
Ümmetin hesabını, bana ısmarlasın hep.

Buyurdu: (Şöyledir ki, senin bundan muradın:
Kimse vakıf olmasın, günahına onların.

Benim ise muradım, şöyle ki bu hususta:
Sen dahi görmeyesin onlarda kusur, hata.

Onların işlediği çirkin, kötü ahvali,
Herkes gibi sen dahi bilme, olma muttali.

Sen ki, Peygamberisin onların ey Habibim!
Ben ise, ümmetinin Halıkıyım, Rabbiyim.

Onları, yeni görüp, ettin sen müşahede.
Bense nazar ederim, tâ ezelden ebede.)

Sonra da buyurdu ki: (Ey yüce Peygamberim!
Ümmetinin hepsine, şefkatim çoktur benim.

Onlarla söyleşmeyi sevmeseydim ben eğer,
Hiç hesaba çekmezdim onları yevm-i mahşer.

Muhatap eylemişim, kendime ümmetini.
Onun için hesaba çekerim herbirini.

Yakın gel ey Habibim, maksut, benim ve sensin.
Her ne ki halk eyledim, yarattım senin için.)

Sonra da buyurdu ki Resule cenâb-ı Hak:
(Aç mübarek gözünü, ayağın altına bak.)

Resulullah, eğilip aşağı baktığında,
Bir avuç toprak gördü ayağının altında.

Buyurdu: (Ey Habibim, kâinatta ne ki var,
Mübarek ayağının tozudur hepsi onlar.

Ey Sevgili Habibim, nedir ol ki diledin?
Bir avuç toprağa mı, şimdi minnet eyledin?

Bir dost eteğindeki tozu bağışlamaktan,
Ümmetini affetmek, kolaydır bana şu an.)



Cennet hurileri

Hak teâlâ, Mirac’da buyurdu: (Ey Habibim!
Senden daha kıymetli bir kimse halk etmedim.

Cennete girmeyince sen yarın ahirette,
Sair enbiya dahi, giremezler elbette.

Ve hem de ümmetinin girmedikçe her biri,
Öteki ümmetlerin yasaktır girmeleri.

Ey Habibim, sana ve senin ümmetin için,
Neler hazır eyledim, görmeyi ister misin?)

Allah’ın Sevgilisi buna (Evet) deyince,
Rabbimiz, Cebrail’e emir verdi hemence:

(Cenneti, Habibime gösteriver şimdiden.
Tâ ki mübarek kalbi kurtulsun endişeden.)


Resulullah, Cibrille çıkıp geliverdiler.
Melekler, kendisini istikbal eylediler.

Ellerinde hulle ve nur ile dolu olan,
Tabaklarla, her biri bekliyorlardı o an.

Cebrail arz etti ki: (Bunlar, Adem Nebi’den,
Seksen bin sene önce yaratıldı kâmilen.

Ellerindeki şeyi saçmak üzere, bunlar,
Böyle sabırsızlıkla burada bekliyorlar.

Cennetin eşiğine basar basmaz siz ayak,
Üstünüze saçarlar bunları tabak tabak.)

Cennette vazifeli Rıdvan da sonra hemen,
Karşıladı Resulü iltifat ederekten.

Resulullah buyurdu: (Cennete girdiğimde,
Akan bir ırmak gördüm, hem de orta yerinde.

Bir yerden çıkardı da, su ve süt, şerbet ve bal,
Yine birbirlerine etmezlerdi intikal.

Kenarları zeberced, cevahirdi taşları.
Otları zaferan ve anberdi balçıkları.

Gümüş bardaklar vardı, etrafında bir nice.
O kadar ki, gökteki yıldızlar adedince.

Irmağı, Cebrail’den sordum meraklanarak.
Dedi: (Ya Resulallah, Kevser’dir işbu ırmak.

Hak teâlâ yaratıp, vermiştir bunu sana.
Bu ırmaktan akar hep, Cennette her bostana.)

Irmağın kenarında gördüm bazı çadırlar.
İnci ile yakuttan hepsi yapılmıştılar.

Cibril arz eyledi ki: (Tamamı hep bunların,
Özel menzilleridir senin hanımlarının.)

Çadırların içinde var idi ki huriler,
Güneş ve Ay misali parlardı hepsi birer.

Cümlesi avaz edip, enva-i nağmelerle,
Terennüm ederlerdi şunu güzel seslerle:

(Bizler hep sevinçliyiz, üzülmeyiz hiçbir an.
Biz hep donanmışızdır, olmayız asla uryan.

Biz hepimiz gençleriz, katiyen yaşlanmayız.
Biz hep iyi huyluyuz, asla gadaplanmayız.

Bizler hep böyleyizdir, neşeli ve pür sevinç.
Hep hayatta oluruz ve bizler ölmeyiz hiç.)

Öyle güzel yüzleri vardı ki onların hem,
Eğer bütün ömrümce anlatsam, bitiremem.

Baktım ki, önlerinde birer de hizmetçi var.
Cibril dedi: (Ümmetin içindir hepsi bunlar.)


Ağladı Resulullah

Resulullah, görünce Cennetin tamamını,
Bir de görmek istedi Cehennem azabını.

Buyurdu ki: Mirac’da, altıncı kat göküne,
Geldik Cebrail ile Cehennemin önüne.

İçeriye girerek, gördüm o azapları.
Ki, lisanla anlatmak mümkün değil onları.

Orada bir heybetli melek gördüm içerde.
Hiç öyle ulu melek görmemiştim bir yerde.

Dağlar gibi ateşler çıkıyordu ağzından.
Dumanlar fışkırırdı burnuyla boğazından.

Korku geldi kalbime gördüğümde ben onu.
Sual ettim Cibril’den onun kim olduğunu.

Dedi ki: (Bu, Malik’tir, burasıdır hep yeri.
Ve asla gülmemiştir halk olunandan beri.)

Ben dedim ki: (Ey Malik, bir ricam vardır senden.
Cehennemin içini göster bana tamamen.)

Dedi: (Ya Resulallah, baş üstüne bu emrin.
Lakin onu görmeye tahammül edemezsin.)

Sonra kalktı ve açtı Cehennem kapısını.
Ve gösterdi alt alta yedi tabakasını.

Baktım, her tabakada artar azap ve elem.
Birinci tabakaya (Cehennem) denir ki hem.

Azabının şiddeti, hepsinden azdır fakat.
Bu dünya ateşinden ziyadedir kat be kat.

İkinci, (Sair) dir ki, bu dahi çok sıcaktır.
Burada, yahudiler azap olunacaktır.

Üçüncü tabakanın adına (Sakar) derler.
Azap görür burada hıristiyan kimseler.

Dördüncü, (Cahim)dir ki, begayet şiddetlidir.
Güneş ve yıldızlara tapanların yeridir.

Sonra, (Hutame)dir ki beşinci tabaka da.
Budist ve mecusiler azap görür burada.

Altıncı tabakası, (Lazy) ki, sıcaktır pek.
Hiç dini olmayanlar burda azap görecek.

(Haviye) denilir ki yedince tabakaya,
En azılı kâfirler girecektir buraya.

Azabının şiddeti, hepsinden daha çoktur.
Mürted ve münafıklar burda azab olunur.

Malik, (Cehennem) için, en hafiftir deyince,
Bu, kimler için? diye merak ettim bir nice.

Ve Malik’e sordum ki: (Kimleredir bu azap?)
Malik başını eğip, vermedi hemen cevap.

Ben tekrar sordumsa da, sükut etti o yine.
Eğilip bir şey dedi sonra da Cebrail’e.

Cevabında Malik’e dedi ki fakat Cibril:
(Senden cevap bekliyor ey Malik benden değil.)

Ben dedim ki (Ey Malik, beyan et ki şimdi sen,
Kurtuluş tedariki mümkün olsun şimdiden.)

Dedi: (Ya Resulallah, Cehennem'dir ki bu yer,
Buraya, ümmetinden girer yalnız asiler.

Şimdiden öğüt ver ki günah işleyenlere,
Yarın kıyamet günü girmesinler bu yere.)

Bunları arz ederken Malik Resulullaha,
Resulullah, hüznünden başladı ağlamaya.



Elli vakit namaz

Peygamber efendimiz, Cehennemi görünce,
(Burada kimler yanar?) diye sordu hemence.

Kendi ümmeti için olduğunu öğrenip,
Ağlamaya başladı, olup gayet muzdarip.

Gökteki melekler de, ağladılar hep o an.
Bir hitab-ı ilahi geldi Hak teâlâdan.

Buyurdu: (Ey Habibim, benim katımda, senin,
Pek büyük ve âlidir, izzetin ve şerefin.

Hatırını hoş tut ki, duan kabul olunur.
Her ne ki niyaz etsen, katımda makbul olur.

Şefaat makamını veririm ki ben sana,
Senden başka kavuşan, olmadı bu ihsana.

O gün pek çok asiyi, şefaatinle senin,
Affeder, bağışlarım, tâ ki (Yeter) diyesin.

Ey Habibim, her kim ki emrime muti olur,
Azaptan emin olup, rahmetime kavuşur.

Sana ve ümmetine, gece gündüz her daim,
Elli vakit namazı farz kıldım ey Habibim!)

Resulullah buyurdu: Bu makamdan sonra ben,
Rücu edip, hazret-i Musa’yı gördüm hemen

Dedi ki: (Hak teâlâ, sana ve ümmetine,
Ne gibi bir ibadet farz kıldı her bir güne?)

Dedim ki: (Her gece ve gündüz, taat olarak,
Elli vakit namazı, farz kıldı cenâb-ı Hak.)

Dedi ki: (Ya Muhammed, geriye dön de yine,
Hafifletmesi için, niyaz eyle Rabbine.

Çok gelir ümmetine, elli vakit ibadet.
Onlar bunu yapmakta, zorlanırlar begayet.)

Avdet edip, Rabbime ettim ki şöyle niyaz:
(Ya Rabbi, ümmetimden hafiflet bunu biraz.)

Beş vakit tenzil etti Rabbim bu ibadetten.
Dönüp, Musa Nebi’ye söyledim bunu hemen.

Dedi ki: (Ya Muhammed, tekrardan dön Allah’a.
Dile ki, bunu dahi hafifletsin az daha.

Zira senin ümmetin, yapamaz bunca amel.
Ben, beni İsrail’i denedim daha evvel.)

O böyle söyleyince, döndüm yine geriye.
Arz eyledim: (Bunu da biraz hafiflet) diye.

Hafifletti Rabbimiz, beş vakit daha namaz.
Gelip Musa Nebi’ye eyledim bunu da arz.

Rabbimle Musa Nebi arasında, böylece,
Bu tahfif hususunda, gidip geldim bir nice.

Nihayet Hak teâlâ buyurdu: (Ey Habibim!
Elli vakit namazı, beş vakite indirdim.

Lakin her namaz için, on namaz ecri vardır.
Kılanlar, elli vakit namaz ecri kazanır.

Kim bir iyi ameli, kast edip, yapamasa,
Onun için, bir sevap yazılır hiç olmazsa.

Lakin onu yaparsa, ona, bir’e mukabil,
Defterine on sevap kaydedilir, bir değil.

Bir günahı kastedip yapmazsa, günah olmaz.
Yaparsa, tek bir günah yazılır, on yazılmaz.)

Dönüp, Musa Nebi’ye söyledim bunu böyle.
Dedi: (Dön, biraz daha kolaylık talep eyle.)

Dedim ki: (Bu hususta, çok talepte bulundum.
Bunun için, Rabbimden artık utanıyorum.)
 



O dediyse, doğrudur

Resulullah, miracda nimetlere bir nice,
Kavuşup, avdet etti dünyaya aynı gece.

Yani Mekke şehrine teşrif etti göklerden.
Sonra, Ümmü Hânî’nin evine geldi hemen.

Baktı ki, yattığı yer henüz soğumamıştı.
Ümmü Hânî uyumuş, haberi olmamıştı.

Hatta abdest suyunun hareketi, leğende,
Henüz durulmamıştı yerine geldiğinde.

Beytullahın yanına giderek Resulullah,
Anlattı miracını kâfirlere o sabah.

Ve lakin inanmayıp, eylediler itiraz.
Dediler: (Bir gecede, göklere gitmek olmaz.)

O gün, inatlarından toplandılar bir yere.
Dediler: (Söyleyelim biz bunu Ebu Bekre.

Bakalım bu habere, o ne cevap verecek?
Zira o, akıllı ve tecrübelidir de pek.)

Tam kanaat getirip, inanmayacağına,
Büyük bir ümit ile, gittiler hemen ona.

Dediler: (Ya Eba Bekr, Mekke’den Kudüs'e dek,
Ne kadar zaman sürer, bir defa gidip gelmek?)

Dedi ki: (Bir kaç defa, o yolda ettim sefer.
Çok iyi biliyorum, bir aydan fazla sürer.)

Kâfirler sevinerek, dediler ki: (Doğrudur.
Tecrübeli adamın cevabı böyle olur.)

Gülerek, sevinerek, hatta alay ederek,
Ona, şöyle dediler çok güvenç göstererek:

(Ama senin efendin diyor ki: Ben, bu gece,
Göklere gidip geldim, doğru mudur bu sence?)

Hazret-i Ebu Bekir, o Serverin adını,
İşitince, onlara verdi şu cevabını:

(O dediyse inandım, evet, gidip gelmiştir.
Zira o, ömründe hiç yalan söylememiştir.)

Sonra elbisesini giydi ve çıktı evden.
Acele o Resulün yanına koştu hemen.

Kalabalık içinde, yükselterek sesini,
Şöyle tasdik eyledi mirac mucizesini:

(Miracınız mübarek olsun ya Resulallah!
Malım, canım, her şeyim fedadır sana vallah.

Sonsuz hamd ve şükürler olsun ki Rabbimize,
Her şeyden habersizken, tanıttı seni bize.

Ya Resulallah, senin, doğrudur her kelamın.
İnandım miracına, fedadır sana canım.)

Kâfirler, bu sözleri işitip çok şaştılar.
Resulü, mahcup, hacil etmeye uğraştılar.

Dediler ki: (Kudüs'e gidip geldim diyorsun.
Göklere gittiğini iddia ediyorsun.

Peki söyle bakalım, mescitte kaç pencere,
Ve kaç tane kapı var, onu söyle bizlere.)

Allah’ın Sevgilisi, bunlara, birer birer,
Doğru cevaplarını anında söylediler.

Bunları dinledikçe hazret-i Ebu Bekir,
Derdi: (Ya Resulallah, evet, aynen öyledir.)
 

 
Bu websitesinin sahibi "Top liste" ekstrasını daha aktive etmemiş!
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol