Ana Sayfa
Video
Galeri
♦♦►Haber
Bütün Gazeteler
Köşe Yazarları
Net Gazete
♦♦►Tarih
Prof.Dr.Ekrem Bugra Ekinci
Tarih Ansiklopedisi
Türk Âlemiyiz
♦♦►Sağlık-Yemek
Sağlık
Pratik Bilgiler
Hekimce.com
Bitkilerin FAYDALARI
♦♦►Dini
Sohbet
E-kitap
Duâlar
Ilahiler
İlahi dinle
Hikâyeler
Menkîbeler
Osman Ünlü
Silsile aliyye
HuzuraDogru.Tv
Sûreler Ve Dûalar
Internet Radyonuz
Kıyâmet Alâmetleri
Muhammed Aleyhisselamın Hayatı
=> Mübarek Nuru
=> Dünyaya Teşrifleri
=> Mübarek Emanet
=> Gençliği ve Evlenmesi
=> Biseti ve Daveti
=> İlk Müslümanlar
=> Habeşistana Hicret
=> Habeşistana İkinci Hicret
=> Hüzün Yılları
=> Miraç Mucizesi
=> Hicret
=> Medine-i Münevvere Devri
=> Bedir Gazası
=> Hazret-i Fatıma'nın Evlenmesi
=> Beni Nadir Yahudileri
=> Fatıma Binti Esed'in Vefatı
=> Reci Vakası
=> Beni Mustalik Gazası
=> Beni Kureyza Yahudileri
=> Hudeybiye Sulhnamesi
=> Davet Mektupları
=> Hayberin Fethi
=> Umret-ül Gaza Seferi
=> Mute Gazası
=> Mekke'nin Fethi
=> Huneyn Gazası
=> Tebük Seferi
=> Veda Haccı
=> Vefatı
=> Hilye-i Saadet
=> Âlemlerin Rahmeti
=> Bazı Mucizeleri
Esma-i Hüsnâ (Anlamlari)
Esma-i Hüsnâ (Faydalari)
Yazar Ömer Çetin Engin
♦♦►Eğlence
Tavsiyeler
Kare Bulmaca
Serbest Yazılar
Enteresan Bilgiler
Biliyor Musunuz ??
Eğitici Oyunlar(Fransizca)
♦♦►Diğerleri
Sesli Tiyatro
İllerimiz
Sitemap
 

.

Gençliği ve Evlenmesi


 
 Ona El-emin derlerdi
 Hatice hatunun rüyası
 Onu bizzat göreyim
 Gir onun hizmetine
 Kuşlar gölge yapardı
 Misk kokusu gizlenmez
 Yeter ki siz emredin
 Allah’ın emri ile
 Niçin üzülüyorsun?
 Zeyd bin Harise
 Kâbe’de hakemlik


Ona El-emin derlerdi

Peygamber efendimiz, henüz gençlik çağında,
Çok takdir edilirdi insanlar arasında.

Onun yumuşaklığı, güzel huy ve ahlakı,
Hayran bırakıyordu kendine cümle halkı.

Şaşılacak derece doğru sözlülüğünden,
(El-emin) lakabıyla meşhur oldu o günden.

O zaman Arablarda, her kötülük, şer vardı.
Koyu bir cahiliyet devri yaşıyorlardı.

İçki, kumar ve faiz, vardı her kötü ahlak.
Putlara taparlardı en kötüsü olarak.

O, bu fenalıklardan, hep uzak duruyordu.
Özellikle putlara hiç yakın olmuyordu.

Kendi koyunlarını, Ciyad dağı yanında,
Güderdi hep çocukluk ve gençlik yıllarında.

Hem temin ediyordu bu yolla geçimini.
Hem de uzak tutardı onlardan kendisini.

Tam yirmi yaşlarında bulunduğu zamanda,
Asayiş diye bir şey yoktu Arabistan’da.

Yani zulüm ve fesat, her yeri kaplamıştı.
Can ve mal emniyeti, maalesef kalmamıştı.

Mekke’nin yerli halkı, yolculara çok defa,
Yaparlardı her türlü zulüm, eza ve cefa.

Ticaret veyahut da Beytullah’ı ziyaret,
İçin gelenlere de yaparlardı eziyet.

Türlü haksızlıklara uğrayanlar da ancak,
Merci bulamıyordu hakkını arayacak.

Bu sırada Yemen’den, ticaret maksadıyle,
Biri geldi Mekke’ye, çok mal ve eşyasıyle.

As bin Vail adında biri, zor kullanarak,
Gasp etti mallarını, zulüm ile alarak.

O dahi bu haksızlık ve zulüm karşısında,
Çıkıp feryat eyledi Ebu Kubeys dağında.

Bu vak’ayla iyice karışmıştı ortalık.
Bu, bardağı taşıran son damla oldu artık.

Haşim oğullarıyle diğer kabilelerin,
İleri gelenleri toplanıp etti yemin.

Şöyle ki, (Bundan sonra, hiçbir insana, artık,
Asla yapılmayacak bir zulüm ve haksızlık.

En ufak haksızlığa uğrarsa biri eğer,
Hakkı alınacaktır) diye karar verdiler.

Her türlü haksızlığı önlemek gayesiyle,
(Adalet Cemiyeti) kuruldu böylelikle.

Böyle bir cemiyetin kurulmasında o gün,
Tesiri çok olmuştu genç yaşta o Resul’ün.

Mekke’de tesis olan bu cemiyetle artık,
Önlendi tamamiyle bu zulüm ve haksızlık.

Önceki o asayiş, tekrar kurulmuştu tam.
Hem dahi uzun müddet tesiri etti devam.

Peygamberlikten sonra, bir gün buyurdular ki:
(O günkü sözleşmede bulunmuştum ben dahi.

Öyle bir cemiyette bulunup hizmet etmek,
Bana, yüklü servetten sevimlidir daha pek.

Öyle bir sözleşmeye çağrılsam şimdi şayet,
Elbette, seve seve eder idim icabet.)
 
 

Hatice hatunun rüyası

Mekkeliler ekseri ticaret yaparlardı.
Çoğu halk, geçimini bu yol ile sağlardı.

O Serverin amcası Ebu Talip de hatta,
Yine ticaret ile uğraşırdı orada.

Resulullah yirmibeş yaşına geldiğinde,
Yoktu Ebu Talib’in fazla malı elinde.

Geçim sıkıntısından kederliydi ve üzgün.
Bu halde o Serverin yanına geldi bir gün.

Dedi ki: (Ey yeğenim, bu fakirlik, bizi de,
Sarstı ve bırakmadı hiçbir şey elimizde.

Hatice binti Hüveylid, öyle zannederim ki,
Bir ticaret kervanı gönderir Şam’a belki.

Bu işe, senin gibi temiz, emin, vefakâr,
Birisini arıyor olmalı bu aralar.

Hatice hatun ile gidip de bir konuşsak.
Seni, başkalarına tercih eder muhakkak.)

O esnada Atike binti Abdülmuttalip,
Evlerine gelerek, dedi: (Ya Eba Talip!

Muhammed’in tezevvüc zamanı geldi artık.
Bu işin çaresine bakmalı bir aralık.)

Ebu Talip dedi ki: (Ben de bu fikirdeyim.
Gece gündüz zihnimde bunu düşünmekteyim.

Lakin maddi bakımdan, şimdi dardır elimiz.
Bu işi yapmak için, yok başka gelirimiz.)

Atike arz etti ki: (Bir çare düşünürüm.
Münasip görür isen, ben gider görüşürüm.

Hatice, Şam’a giden ticaret kervanına,
Bir kişi arıyormuş, haber salmış her yana.

Ben gidip söyleyeyim bu işi Hatice’ye.
Böylece kavuşulur birkaç kuruş akçeye.)

Evet, Hatice hatun, asil, temiz, mükerrem,
Hüsnü cemalde eşsiz bir hanımdı, duldu hem.

Güzel olduğu kadar, çoktu malı, serveti.
Çoktu aynı zamanda ilim, edep, iffeti.

Bu yüzden rağbet eden pek çoktu kendisine.
Lakin o, hiç kimseyi kabul etmezdi yine.

Çünkü rüya görmüştü o günlerde o bizzat,
Bu yüzden hiç kimseye etmiyordu iltifat.

O gece, rüyasında görünmüştü ki ona:
(Ay), gökten yere inip, giriverdi koynuna.

Ay’ın o parlak nuru, sonra da koltuğundan,
Çıkıp, bütün âlemi aydınlatmıştı o an.

Hemen akrabasından Varaka bin Nevfel’e,
Gidip rica etti ki: (Tabir et bunu hele.)

Amcasının oğluydu bu Varaka bin Nevfel.
Hıristiyandı fakat, bilgiliydi mükemmel.

Dedi ki: (Ey Hatice, bu, çok büyük müjdedir.
Ahir zaman Nebisi şimdi içimizdedir.

O Resul, alır seni kendi helallığına.
Ve senin zamanında, ilk vahiy gelir Ona.

O Peygamber, Kureyş’ten, beni Haşim’den olur.
Hak dininin nurları, bu âlemi doldurur.

O Resul’ün dinine, ilk giren sen olursun.
Bu, çok büyük bir nimet, sana müjdeler olsun.)


Onu bizzat göreyim

Varaka, o rüyayı öyle tabir edince,
Buna, Hatice hatun memnun oldu bir nice.

Kalbi, muhabbetiyle dolarak o Resul’ün,
Teşrif etmelerini bekler oldu o her gün.

Bir gün Atike hatun geldi onun evine,
Ki, ticaret işini arz etsin kendisine.

Ona diyecekti ki: (Kervanına bir kişi,
Arıyorsan, yeğenim iyi yapar bu işi.)

Lakin o, ticareti, hele ücret sözünü,
Söyleyemez, sıkılır, ter basardı yüzünü.

Hatice validemiz, anlayıp girdi söze,
Dedi ki: (Ey Atike, emriniz nedir bize?)

Arz etti: (Ey Hatice, belki de bilgin vardır.
Benim bir yeğenim var, çok emin, vefakârdır.

İsmi Muhammed olup, Abdullah’tır babası.
Onu, Ebu Talib’e ısmarladı atası.

Kâmil bir yiğit olup, tezevvüc zamanıdır.
Lakin Ebu Talib’in, bu ara eli dardır.

Duyduk ki, Şam yönüne gidecek kervanına,
Bir kişi ararmışsın, bu haber geldi bana.

Bu işe, yeğenimi tayin edersen eğer,
Bilcümle beni Haşim, sana çok dua eder.)

O, Atike hatundan bunları dinleyince,
Rüyayı hatırlayıp, kapıldı bir sevince.

Zira ona, rüyada müjdelenen Nebi’nin,
O Server olduğunu ederdi o da tahmin.

Dedi ki: (Ey Atike, işittim kendisini.
Söylediler bana hem dininin kuvvetini.

Onun kabul etmesi, benim için bir nimet.
Herkesten daha fazla veririm Ona ücret.

Lakin bir göreyim ki, müsait midir buna?
Yani muktedir midir, kervanı korumaya?)

Onun bundan muradı, görüp bizzat zatını,
İyice tanımaktı fiziki evsafını.

Yani Onun sireti, semavi kitaplarda,
Okuduğu evsafa uygun muydu acaba?

Atike, (Hemen gidip getireyim) diyerek,
Ayrıldı o haneden begayet sevinerek.

Hatice hatunun da sevinç sardı kalbini.
Zira doğru çıkmıştı herhalde bu tahmini.

O gidince, evini süsledi var gücüyle.
Koyuldu beklemeye, bir bayram sevinciyle.

Az sonra Atike’yle, o Allah’ın Habibi,
Teşrif etti o eve ondördüncü ay gibi.

Baktı Hatice hatun Resul'ün evsafına.
Tıpa tıp uygun buldu Tevrat’ın yazdığına.

Onun nezaketini ve nurlu cemalini,
Görünce, hayran kalıp, sevinç sardı kalbini.

Düşündü ki: O rüya, doğru çıktı herhalde.
Bu sırrı, başkasından saklayayım o halde.

Konuşup, ücreti de tayin ettiler o gün.
Böylece mahzun kalbi, ferahladı Resul’ün.



Gir onun hizmetine

Hazret-i Hatice’nin, Şam’a gidecek olan,
Ticaret kervanı da, hazırlanmıştı o an.

Meysere adındaki kölesini, o bizzat,
Çağırıp, kendisine verdi şöyle talimat:

(Kervan Mekke içinde başlayınca sefere,
Devenin yularını, teslim et o Servere.

Yalnız Mekke içinde, ipi O ele alsın,
Ki, Mekke ahalisi, dedikodu yapmasın.

Lakin tam ayrılınca kervan Mekke şehrinden,
Al devenin ipini, o Serverin elinden.

Sonra şu elbiseyi, hürmetle Ona giydir.
Şu ziynetli deveye, izzetle Onu bindir.

Devenin ipini de, al sen kendi eline.
Bizzat gir tam olarak, Muhammed’in emrine.

Kendini, o Serverin hizmetkârı bil o an.
Ve sakın bir iş yapma, Ondan izin almadan.

Onu, her tehlikeden koruyabilmek için,
Canını esirgeme, budur senin ilk işin.

Fazla oyalanmadan dönün tam zamanında.
Ki, mahcup olmayalım beni Haşim katında.

Eğer dediklerimi aynen ifa edersen,
Seni azad eder ve veririm ne istersen.)

Tarihi büyük kervan, hazırlandı nihayet.
Sefere çıkmak için edecekti hareket.

O ara Mekke halkı, büyük kalabalıklar,
Halinde kadın erkek, hem de genç ve ihtiyar,

Kimi seyir, kimi de yolcu etmek üzere,
Akın akın gelerek, toplanmıştı o yere.

Resulullahın dahi bütün akrabaları,
Yani Beni Haşim’in muteber simaları,

Onu uğurlamaya gelmişlerdi o yere.
Lakin Onu görünce, boğuldular kedere.

O an Ebu Talib’in iradesi elinden,
Giderek, gözyaşları boşandı gözlerinden.

Hazret-i Atike de gördü ki o Serveri,
Giyinmiş üzerine hizmet elbiseleri.

Devenin ipini de almış nurlu eline.
Bekliyor, gitmek için yad gurbet ellerine.

O anda, dizlerinin bağı çözülüverdi.
Gözyaşları içinde, ağlayıp feryat etti.

Ve: (Ey Abdülmuttalip, ey Abdullah, uyanın!
Kalkın da, şu Serverin haline bir an bakın.)

Deyip, üzüntüsünü dile getirdiğinde,
Ağladı o Server de, göz yaşları içinde.

Buyurdu: (Unutmayın ey dostlar sakın beni!
Yad edin gurbet elde, gam elem çektiğimi.)

Bunu işitenlerin hepsi de ağlaştılar.
Gökteki melekler de, bu hale çok şaştılar.

Yeryüzünde ağlayan halk gibi onlar dahi,
Ağlayıp, şöyle niyaz ettiler: (Ya ilahi!

Bu, senin en sevdiğin, seçtiğin Muhammed’dir.
Ona, Habibim dedin ve lakin bu hâl nedir?)

Hak teâlâ buyurdu: (Ey benim meleklerim!
Evet o, Habibimdir, en çok Onu severim.

Fakat siz bilmezsiniz muhabbetin sırrını.
Asla çözemezsiniz bu işin esrarını.

Bu, öyle makamdır ki, kimse vakıf olamaz.
Öyle gizli iştir ki, kimse bir şey anlamaz.)



Kuşlar gölge yapardı

Uğurlandı böylece o büyük mutlu kervan.
Ayrılıp, bir huzurla yoluna oldu revan.

Meysere, Hatice’nin talimatı üzere,
Kıymetli bir elbise giydirdi o Servere.

Çok ziynetli deveye bindirip kendisini,
Aldı kendi eline, devesinin ipini.

Hazret-i Hatice’nin dediği gibi aynen,
Girdi tam hizmetine o andan itibaren.

Yolcular gördüler ki, bu sefer müddetince,
O Serverin başının üstünde, gündüz gece,

Bir (Bulut) gölge yapar Onu takip ederek,
Yine, kuş suretinde bulunur (İki Melek).

Bir ara iki deve, gayet yorulmuşlardı.
Bunun için kervandan geride kalmışlardı.

Onlara, eli ile dokununca o Server,
Bir anda süratlenip, öne geçiverdiler.

Kervan, Busra denilen yere vardı nihayet.
O manastır yanında konakladı bir müddet.

Rahip Bahira ölmüş, yerine, ondan sonra,
Başka biri gelmişti, ismi rahip Nastura.

Bu rahip, Meysere’yi çağırıp sordu bizzat, 
Dedi: (Kimdir şu ağaç altında oturan zat?

Zira şimdiye kadar, bu yerde hiçbir zaman,
Peygamberlerden başka olmamıştır oturan.

Hem de O oturunca o ağacın altında,
Kuru iken, yeşerip, yapraklandı anında.)

Meysere, o rahibi tasdik edip ve hemen,
Dedi: (O, bir zattır ki Kureyş kabilesinden,

Şerefli bir kimsedir, gayet asil ve emin.
Onun gibi bir kimse görmedi ruy-i zemin.)

Rahip, hayret içinde sordu ki ona tekrar:
(Kırmızılık var mıdır gözlerinde bir miktar?)

(Evet vardır) deyince, hayreti arttı daha.
Dedi: (Ben, şimdi yemin ederim ki Allah’a,

Bu kimse, ileride Peygamber olacaktır.
En son gelecek olan son Peygamber bu zattır.

Ne olaydı, bu zatın nübüvvet zamanına,
Yetişip, bir hizmette bulunsaydım zatına.)

Busra’nın pazarında mal satarken o Server,
Yine bir yahudiyle karşılaştı bir sefer.

Yahudi, Onda olan bu güzel hasletleri,
Görüp, incelemeye başladı o Serveri.

Yani ahir zamanda gelecek Peygamber’in,
Evsafını, üstünde görerek O Serverin,

Halini daha iyi anlamak gayesiyle,
Dedi ki: (Alış veriş yaparım ben seninle.

Lakin Lat ve Uzza’ya yemin et, inanayım.
O zaman senin ile bir ticaret yapayım.)

Buyurdu: (Ben onlara katiyen yemin etmem.
En çok nefret ettiğim şeylerdir o putlar hem.)


Yahudi feryat edip, seslendi ki bu sefer:
(İşte, ahir zamanda gelecek son Peygamber!

Bilin ki, bu, ilerde Peygamber olacaktır.
Âlemi karanlıktan, nurlara boğacaktır.)


Misk kokusu gizlenmez

Sevgili Peygamberin yümn-ü bereketiyle,
Kârlı bir alışveriş yapıldı böylelikle.

Öyle büyük kazançla dönüldü ki seferden.
Bundan daha fazlası olmamıştı evvelden.

Kervan Meruzzahran’a geldiğinde, Meysere,
Müjde götürmesini arz etti o Servere.

Onun bu teklifini O kabul buyurarak,
Süratle ilerledi kervandan ayrılarak.

Hak teâlâ, üç günlük uzun mesafeleri,
Kısaltıp, bir saatta götürdü o Serveri.

Kervanın dönme vakti yaklaşınca Mekke’ye,
Bir heyecan gelmişti Hazret-i Hatice’ye.

Hizmetçileri ile, sarayın üzerinden,
Kervanın gelmesini beklerdi her gün hemen.

Nefise hatun der ki: (Ben bir gün, Hatice’nin,
Evine gitmiş idim, ziyaret etmek için.

Yine hizmetçilerle, üzerinde sarayın,
Merakla dönmesini bekliyordu kervanın.

Ansızın bir develi gördü ufuk yerinde.
Bir de bulut belirdi başının üzerinde.

Birer kuş suretinde ayrıca iki melek,
Gölge yapıyorlardı Ona kanat gererek.

Ve mübarek alnında bulunan Nur-u Nebi,
Gelirken, uzaklardan parlıyordu (Ay) gibi.

Çok sevindi Hatice Onu gördüğü zaman.
Lakin bu sevincini saklıyordu onlardan.

Gerçi anlamış idi, Onun kim olduğunu.
Ve lakin bilmezlikten gelerekten o bunu,

Dedi ki: (Bir develi görünür şuracıkta.
Gelen kim olabilir acaba bu sıcakta?)

Hizmetçiler dedi ki: (Bu gelen Muhammed’dir.)
Dedi: (Zannetmiyorum, zira tek gelmektedir.)

Dediler: (Ey Hatice, gizlenemez muhabbet.
Siz de bilirsiniz ki, bu gelen Odur elbet.

Yüzünüzün sevinci, bunu izhar ediyor.
Gözlerinizin içi, bu gelen, Odur diyor.

Sen ise, sevincini saklıyorsun bizlerden.
Ve lakin misk kokusu gizlenemez ne etsen.)

Geldi sonra o Server Hatice’nin evine.
Ve müjde mektubunu iletti kendisine.

Hatice hatun hemen okudu o müjdeyi.
Ve Ona bağışladı o ziynetli deveyi.

Cevabi mektubunu yazarak verdi Ona.
O Server geri dönüp, vasıl oldu kervana.

Bir nice günden sonra, asıl kervan velhasıl,
Nihayet selametle Mekke’ye oldu vasıl.

Meysere, o Serverin üstün hasletlerini,
Kuşların kendisine gölge ettiklerini,

Hazret-i Hatice’ye anlattı hem de içten.
O ise dinledikçe ağlıyordu sevinçten.

Halini gizleyerek dedi ki Meysere'ye:
(Anlatma bu şeyleri benden gayri kimseye.)

Korkusu şu idi ki: Şayi olursa eğer,
Duyanlar, kızlarını Ona vermek isterler.

Halbuki bu şerefe, o ermek istiyordu.
Hakikaten bu devlet ona müyesser oldu.
 


Yeter ki siz emredin

Hatice validemiz radıyallahü anha,
Yok idi hatunlardan akıllı ondan daha.

Hem de çok güzel idi onun hüsn-ü cemali.
Asil ve temiz olup, üstün idi her hali.

Malı dahi çok olup, zengindi o zamanlar.
Çok idi bu sebepten ona talip olanlar.

Lakin o, hiçbirine etmedi muvafakat.
Duymadı hiçbirine bir ilgi ve iltifat.

Çünkü rüya görmüştü bu hususta o önce.
Onun tecellisini bekliyordu gün-gece.

Varaka bin Nevfel de müjdelemişti Onu.
Merakla bekliyordu bunun tahakkukunu.

O Serverin halini yakinen de görünce,
Bu işin olmasını isterdi bir an önce.

O Serverin hanımı olmakla şereflenmek
Arzusu, günden güne şiddetleniyordu pek.

Bunu, Nefise hatun sezip girdi araya.
Geldi bu niyet ile Resul-i kibriyaya.

Dedi ki: (Zatınızı evlenmekten men eden,
Bir mani varsa eğer, söyleyin bana lütfen.)

Buyurdu: (Maddi yönden, elimiz dar bu ara.
Yani yok elimizde yeterli mal ve para.)

Nefise hatun ise, dedi ki: (Ya Muhammed!
Mal ve cemal sahibi bir hatun ile şayet,

Evlenmek isterseniz, ben hazırım hizmete.
Yeter ki siz emredin, bu iş olur elbette.)

Buyurdu: (O dediğin, acep hangi hatundur?)
Dedi: (Hatice’dir ki, senin de malumundur.)

Buyurdu ki: (Bu işe, kim vesile olacak?)
Dedi ki: (Ben yaparım, sen bunu etme merak.)

Ayrılıp, buldu hemen hazret-i Hatice’yi.
Gidip kendi evinde verdi ona müjdeyi.

Varaka’yı çağırıp Hatice hatun ise, 
Olanları anlatıp, dedi: (Böyle hadise.)

Ayrıca Resulullah efendimize dahi,
Adam salıp, evine çağırdı bizatihi.

Gidip arz ettiler ki huzuru saadette:
(Bize teşrif ediniz falan gün ve saatte.)

Bu davet karşısında, amcası Ebu Talip,
Ve sair akrabası, oldular çok muzdarip.

Zira Resulullahın, davete gitmek için,
Yok idi elbisesi, iç yüzü buydu işin.

Satın almaya dahi, yok idi paraları.
Çaresizlik içinde düşünürken bunları,

Yetişti Hızır gibi hazret-i Ebu Bekir.
Dedi: (Üzülmenize, acaba sebep nedir?)

O Server, Ebu Bekr’e anlatınca durumu,
Dedi ki: (Sizi üzen hadise bir tek bu mu?

Bu iş gayet kolaydır, üzülmeyin katiyen.
Yeter ki siz emredin, hallederim bunu ben.)

Bu sözlerden o Server ferahladı bu kere.
Pek çok dua eyledi, hazret-i Ebu Bekr’e.

Dedi ki: (Sen razı ol ya Rab Ebu Bekir’den.
Zira esirgemedi yardımını hiç benden.)


Allah’ın emri ile

Nihayet Ebu Talip ve sair akrabalar,
Hazırlıkları yapıp, yola revan oldular.

Hazret-i Hatice’nin daveti üzerine,
Gittiler hep birlikte Onun dünürlüğüne.

Hazret-i Hatice de, hanesinin içini,
Donatıp, çağırdı hep cümle hizmetçisini.

Bu muazzam nimetin şükranesi olarak,
Bütün ziynetlerini onlara etti infak.

Ve yine o Serverin şeref ve hürmetine,
Kavuşturdu onları tek tek hürriyetine.

Az sonra Ebu Talip ve yanında dünürler.
Hazret-i Hatice’nin hanesine geldiler.

Evvela Ebu Talip, izinle girdi söze.
Dedi ki: (Ey cemaat, hamd olsun Rabbimize.

Ki bizi, evladından kıldı Halilullah’ın.
Ve yine muhafızı eyledi Beytullah’ın.

Âlemin secdegahı olan bu kudsi evi,
Bize müyesser kıldı muhafaza etmeyi.

Malumunuz, benim bir yeğenim vardır ki hem,
Onun faziletine, şahittir cümle âlem.

Kureyş’ten her kim ile kıyaslanırsa şayet,
Hepsinden, her bakımdan üstün gelir O elbet.

Kureyş’ten en şerefli, en üstün kimse Odur.
Onun faziletleri sizce dahi malumdur.

Gerçi malı, parası az’sa da bu aralar,
Lakin böyle şeylere olunmaz ki itibar.

Çünkü bu dünyalıklar, bir gölge gibidirler.
Elden ele dolaşıp, sonra gidiverirler.

Bu mübarek yeğenim, Allah’ın emri ile,
Kızınız Hatice’yi istiyor helalliğe.

Bilin ki, Onun şanı yüksek olsa gerektir.
Şimdi istediğiniz mehir miktarı nedir?)

Ebu Talip’ten sonra, Varaka bin Nevfel de,
Onu tasdik edici konuşma yaptı hem de.

Sonra da, Hatice’nin amcası Amr bin Esed,
Söz alıp arz etti ki: (Kabul ettik biz elbet.

Yeğenim Hatice binti Hüveylid’i ben dahi,
Verdim hem Muhammed bin Abdullah’a vallahi.)

Mehir, bir rivayette yirmi deve idi hem.
Bir rivayette ise, gümüştü beşyüz dirhem.

O gün Peygamberimiz ve Hazret-i Hatice,
Nikahları kıyılıp, evlendiler böylece.

Ve o gün Ebu Talip, deve kesip bir adet,
Düğün için, herkese verdi büyük ziyafet.

Hatice validemiz, bütün mal-ü mülkünü,
Hemen Resulullaha hibe etti o günü.

Ve dedi ki: (Bu mallar, benim değil, hep senin.
Çekme maişet için minnetini kimsenin.

Bu günden itibaren, ben de sana muhtacım.
Sensin benim her şeyim, sensin benim baş tacım.)

Resulullah, onunla evlendi böylece ilk.
Ve tam yirmibeş sene sürmüştü bu evlilik.

Hatice validemiz hem oldukça hayatta,
Başka bir kadın ile hiç evlenmedi hatta.


Niçin üzülüyorsun?

Hatice validemiz, Resul’le nişanlıyken,
Şöyle haber gönderdi o Servere gizliden:

(Etraftan diyorlar ki: Sen bu zenginliğinle,
Nasıl evleniyorsun öyle fakir biriyle?

Bu dedikoduları bertaraf etmek için,
Bizim eve, az bir şey çeyiz gönderir misin?

Ben, o gelen şeyleri, çoğaltıp bendekiyle,
Herkese gösteririm senden gelen mal diye.)

Allah’ın Sevgilisi alınca bu haberi,
İnsanlık icabiyle mahzun oldu kalbleri.

Zira göndermek için hazret-i Hatice’ye,
Hiç de malik değildi az bir mal ve akçeye.

Kimden ödünç alayım diye düşünür iken,
Hatırına, hazret-i Ebu Bekr geldi birden.

Ve onun dükkanına yürüdü bir an önce.
Kapıda karşıladı, o Resul’ü görünce.

Dedi: (Sevgili dostum, bir şey mi üzdü sizi?
Düşünceli görürüm zira hazretinizi.)

Buyurdu: (Ya Eba bekr, bugün ben Hatice’ye,
Göndermem gerekiyor bir şeyler çeyiz diye.)

O dedi: (Bu iş kolay, niçin üzülüyorsun?
Benim ne malım varsa, yoluna feda olsun.

Az önce haber aldım, bir kervanım gelecek.
Şam’a göndermiş idim, şimdi şehre girecek.

Hepsi yetmiş devedir, yüklüdür çok mal ile.
O kervan sizin olsun, bilcümle emvaliyle.

Kervanı, Hatice’ye gönder çeyiz olarak.
Yeter ki kalbinize toz konmasın en ufak.)

O dediği kervan da, şehire girdi o an.
Dedi: (Bakın göründü, geliyor işte kervan.)

Hazret-i Ebu Bekir durdurdu kervanını.
İpekli kumaşlarla donattı her yanını.

Ve görmeleri için bunu insanların da,
Dolaştırdı kervanı Mekke sokaklarında.

Mekke halkı görünce, yetmiş yüklü deveyi,
Dediler: (Hiç görmedik böyle çok hediyeyi.)

Ateş düştü kalbine Onu kıskananların.
Ve eridi içleri kötü fesatçıların.

Hatice validemiz, yirmibeş yıl, berdevam,
O Servere hizmette, gösterdi çok ihtimam.

Mesela Resulullah üzülseydi bir şeye,
Eve gelip söylerdi hazret-i Hatice’ye.

Zira yoktu o günler gidecek başka yeri.
Onun tesellisiyle rahatlardı kalbleri.

Derdi: (Ya Resulallah, üzülmesin hiç kalbin.
İtaat edecektir sonunda sana kavmin.)

O, Resul-i ekreme çok hizmet ettiğinden,
Allahü teâlâ da hoşnut oldu kendinden.

Peygamber efendimiz, ona bir gün dedi ki:
(Ey Hatice, Rabbimiz bana emreyledi ki:

Müjde ver Hatice’ye, de ki: Allah, Cennette,
Sana, beyaz inciden köşk verecek elbette.

Olmayacak orada sıkıntısı, kederi.
Artacak ebediyen hem dahi nimetleri.)
 

Zeyd bin Harise

Zeyd çocukken, annesi onu alıp yanına,
Ziyarete giderken bir akrabalarına.

Yol üstünde haydutlar, Zeyd’i esir aldılar.
Sonra bir panayırda satlığa çıkardılar.

Hazret-i Hatice’nin vardı ki bir yeğeni,
Gördü bu panayıra bir esir geldiğini.

Onu, dörtyüz dirheme hemen satın alarak,
Halası Hatice’ye verdi hibe olarak.

O da hediye etti Zeyd’i Resulullaha.
Zeyd, artık o Serverden ayrılmadı bir daha.

Resul onu alınca, aynı gün etti azat.
Ve Onu çok severek, edindi hemen evlat.

Lakin onu, babası ediyordu çok merak.
Perişan etti onu, bu ayrılık, bu firak.

Yanıp tutuşuyordu bu evlat ateşiyle.
Her gün Zeyd’i düşünür, ağlardı gözyaşiyle.

Zira henüz çocukken kaybetmişti oğlunu.
Diyar diyar gezerek, arıyordu hep onu.

Bir yıl, o kabileden Beytullah’a geldiler.
Zeyd’i orada görüp, ona haber verdiler.

Babası çok sevinip, kardeşini alarak,
Cebine, bu maksatla hayli para koyarak,

Kölelikten kurtarmak gayesiyle oğlunu,
Sevinç ve heyecanla tuttu Mekke yolunu.

Sonra Resulullahın evini öğrenerek,
Çıktı huzurlarına iltifatlar ederek

Dedi ki: (Ey Kureyş’in büyüğü, efendisi!
Ve ey Haşim oğlunun en şerefli kişisi!

Siz ikram edersiniz yolcuya, misafire.
Hürriyet verirsiniz hem köle ve esire.

Duydum ki, yanınızda köle imiş oğlumuz.
Onun azad olması, en yegane arzumuz.

İstediğin parayı vereyim bol olarak.
Yeter ki oğlum Zeyd’i azad et, serbest bırak!)

Resul onu dinleyip, buyurdu ki: (Ey Kişi!
Çağırıp, kendisine soralım biz bu işi.

Sizin ile gitmeyi isterse evladınız,
Bir şey istemiyorum, sizin olsun, alınız.

Lakin sizi değil de, tercih ederse beni,
Veremem hiç kimseye beni tercih edeni.)

Bu cevabı duyunca, bir hayli sevindiler.
(Bizi sen, ihsan ile karşıladın) dediler.

Resul’ün davetiyle Zeyd içeri girince,
Babası onu görüp, gark oldu bir sevince.

Resul Zeyd’e sordu ki: (Kimlerdir bu ikisi?)
Dedi ki: (Biri babam, amcamdır ötekisi.)

Buyurdu: (Bunlar seni, gelmişler almak için.
Serbestsin, ister kalır, ister gidebilirsin.)

O, hemen Peygamberin yanına sokularak,
Dedi: (Ölene kadar, isterim burda kalmak.

Zira sizden gördüğüm bu şefkati, vallahi,
Gösteremez oğluna, bir anne baba dahi.

Benim için kölelik, buradan ayrılmaktır.
Ve benim hürriyetim, size köle olmaktır.)

Babası bunu duyup, sürur geldi kalbine.
Ve müsterih olarak, döndü memleketine.


Kâbe’de hakemlik

Peygamber efendimiz, yaşı otuzbeş iken,
Henüz Peygamberliği tebliğ edilmemişken,

Kâbe-i şerife’nin tamiri sırasında,
Bir hakemlik yapmıştı kavimler arasında.

Şöyle ki, zaman ile yağan yağmur ve selden,
Kâbe’nin duvarları yıpranmıştı tamamen.

Ayrıca, o yıllarda çıkan büyük bir yangın,
İle tahrib olmuştu her yanı Beytullah’ın.

Kâbe’yi, bu halinden kurtarmak için dahi,
Yıkıp, yeniden yapmak istiyordu ahali.

Kureyş kabileleri bir yerde toplanarak,
Konuşup, bu fikirde eylediler ittifak.

Hazret-i İbrahim’in temellerine kadar,
Duvarları yıkmaya, verdiler hepsi karar.

Yıkım işi bitince, başladılar örmeye.
Ve dört yandan duvarlar başladı yükselmeye.

Dört kabile vardı ki, en meşhur o zamanlar,
Her biri, bir duvarı örmeye başladılar.

Bu işin, çok büyük bir şerefi olduğunu,
Bilerek, bir hevesle yapıyorlardı bunu.

Ve lakin bir ihtilaf başladı biraz sonra.
Tam (Hacer-ül esved)e gelmişti çünkü sıra.

Onu, hangi kabile koyacaktı yerine?
Üstünlük gösterirdi herbiri diğerine.

Her kabile, (Bu şeref bize ait) diyordu.
Hiçbirisi bu işten feragat etmiyordu.

Kavimler arasında çıktı bir anlaşmazlık.
Münakaşa, kavgaya dönüşüyordu artık.

Abdüddar oğulları diyordu: (Eğer ki biz,
Buna nail olmazsak, muhakkak kan dökeriz.)

Çıkmak üzereydi ki bir kavga, tam o saat,
Huzeyfe bin Mugire adında yaşlı bir zat,

Çıkıp nida etti ki: (Ey Kureyş kabilesi!)
İhtiyarın sesine kulak verdi cümlesi.

Dedi ki: (Şu kapıdan ilk önce kim girerse,
Bu işin halli için, hakem olsun o kimse.)

Kabul edip, merakla beklediler bu sefer.
Az sonra, o kapıdan teşrif etti o Server.

Baktılar, doğruluğu ve mutlak eminliği,
En meşhur biri geldi, dediler: (Bu, pek iyi.)

Zira Resul-i ekrem, bi’setten daha evvel,
Emin olması ile tanınmıştı mükemmel.

Bu yüzden, kendisine (El Emin) deniyordu.
Ve herkes, her hususta Ona güveniyordu.

Gelince, vaziyeti anlatıp kendisine.
Dediler: (Hep razıyız bunda senin sözüne.)

O Server (Peki!) deyip, bir yaygı buldurarak,
Ve hacer-ül esvedi üzerine koyarak,

Buyurdu: (Bu örtünün, şimdi dört bir ucundan,
Her kavimden bir kişi, gelsin ve tutsun şu an.)

Hepsinden birer kişi, gelip onu tuttular.
Bitmişti o ihtilaf, hepsi de memnundular.

Taşın konulacağı yere gelinceye dek,
Taşı, o örtü ile kaldırdılar müşterek.

Sonra Resul-i ekrem taşı alıp kendisi,
Mahalline koyunca, memnun oldu cümlesi.
 


 
Bu websitesinin sahibi "Top liste" ekstrasını daha aktive etmemiş!
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol