Ana Sayfa
Video
Galeri
♦♦►Haber
Bütün Gazeteler
Köşe Yazarları
Net Gazete
♦♦►Tarih
Prof.Dr.Ekrem Bugra Ekinci
Tarih Ansiklopedisi
Türk Âlemiyiz
♦♦►Sağlık-Yemek
Sağlık
Pratik Bilgiler
Hekimce.com
Bitkilerin FAYDALARI
♦♦►Dini
Sohbet
E-kitap
Duâlar
Ilahiler
İlahi dinle
Hikâyeler
Menkîbeler
Osman Ünlü
Silsile aliyye
HuzuraDogru.Tv
Sûreler Ve Dûalar
Internet Radyonuz
Kıyâmet Alâmetleri
Muhammed Aleyhisselamın Hayatı
=> Mübarek Nuru
=> Dünyaya Teşrifleri
=> Mübarek Emanet
=> Gençliği ve Evlenmesi
=> Biseti ve Daveti
=> İlk Müslümanlar
=> Habeşistana Hicret
=> Habeşistana İkinci Hicret
=> Hüzün Yılları
=> Miraç Mucizesi
=> Hicret
=> Medine-i Münevvere Devri
=> Bedir Gazası
=> Hazret-i Fatıma'nın Evlenmesi
=> Beni Nadir Yahudileri
=> Fatıma Binti Esed'in Vefatı
=> Reci Vakası
=> Beni Mustalik Gazası
=> Beni Kureyza Yahudileri
=> Hudeybiye Sulhnamesi
=> Davet Mektupları
=> Hayberin Fethi
=> Umret-ül Gaza Seferi
=> Mute Gazası
=> Mekke'nin Fethi
=> Huneyn Gazası
=> Tebük Seferi
=> Veda Haccı
=> Vefatı
=> Hilye-i Saadet
=> Âlemlerin Rahmeti
=> Bazı Mucizeleri
Esma-i Hüsnâ (Anlamlari)
Esma-i Hüsnâ (Faydalari)
Yazar Ömer Çetin Engin
♦♦►Eğlence
Tavsiyeler
Kare Bulmaca
Serbest Yazılar
Enteresan Bilgiler
Biliyor Musunuz ??
Eğitici Oyunlar(Fransizca)
♦♦►Diğerleri
Sesli Tiyatro
İllerimiz
Sitemap
 

.

Mübarek Emanet

 
 Halime hatun
 Biraz acele edin
 Mışıl mışıl uyurdu
 Onunla huzur geldi
 Sekiz aylıkken konuştu
 Şakk-ı sadr hadisesi
 Hazret-i Âmine’nin vefatı
 İşte bu, o Peygamberdir
 Abdülmuttalib’in vefatı
 Ebu Talib’i seçti
 Rahip Bahira’nın sevinci
 İşte Âlemlerin Efendisi
 


Halime hatun

Amine validemiz, bu nurlu yavrusunu,
Dokuz gün, kendileri emzirdi bizzat Onu.

Sonra Süveybe hatun, Server-i âleme ilk,
Yapmakla şereflendi birkaç gün süt annelik.

Bu hatun, hizmetçisi idi Ebu Leheb’in.
Doğumun müjdesini, bu verdi ona ilkin.

Buna sevindiğinden o gece Ebu Leheb,
Mevlid gecelerinde, azabı hafifler hep.

Zira biri, bir gece, rüyada gördü onu.
Ve sordu kendisinden, ne halde olduğunu.

Dedi: (Kabir azabı çekiyorum, gayet zor.
Lakin yılda bir defa, bu azap hafifliyor.

Rebiül evvel ayı, tam onikinci gece,
Resulullah doğunca, sevinmiştim bir nice.

Süveybe, bu müjdeyi verince bana bizzat,
Sevincimden, hemence etmiştim onu azat.

Ve ona demiştim ki: Ey Süveybe, haydi git!
Süt annelik yapıver yeğenime bir vakit.

İşte, bu anlattığım iki husustan sebep,
Mevlid gecelerinde, azabım hafifler hep.

Ve iki parmağımın arasından, serince,
Su çıkar, onu emip ferahlarım bir nice.)

O zamanlar, Mekke’de var idi ki bir âdet,
Bu beldede bir çocuk dünyaya gelse şayet,

Beslemek gayesiyle bu yeni bebekleri,
Hemen bir süt anneye verirlerdi ekseri.

Çok sıcak olduğundan havası bu beldenin,
Zordu gelişmeleri burada bebeklerin.

Bu yüzden, temiz hava ve suyu tatlı olan,
Yaylalarda, çocuklar beslenirdi bir zaman.

Civar köy hatunları, her yıl âdet olarak,
Mekke’den, yeni doğan bebekleri alarak,

Büyütüp beslerlerdi yanlarında bir miktar.
Bundan edinirlerdi çok maddi menfaatlar.

Hem o zaman Kureyş’te, kıtlık vuku bulmuştu.
Anneler, çocukları emziremez olmuştu.

Hatta ot ve ağaçlar, kurumuş idi hepten.
Çok müşkil durumdaydı insanlar bu sebepten.

Beni Sa’d kabilesi vardı ki o zamanlar,
Diğer kabilelerden üstündü bu insanlar.

Şerefte, cömertlikte, mertlik ve tevazuda,
Meşhurdu bu kabile böyle bir çok mevzuda.

Kureyş kabilesinin ileri gelenleri,
Öncelikle bunlara verirdi bebekleri.

Bu köyün insanları böyle ise de, fakat,
Kuraklık, orada da olmuştu büyük afat.

Bu kabileden olan (Halime hatun) dahi,
Şöyle anlatmaktadır halini bizatihi:

(Ben o sene, kırlarda gezerek ot yiyordum.
Bunu bulduğum için, yine şükrediyordum.

Zira bazen ot bile bulmak zor oluyordu.
İşte ben, bu haldeyken, bir de çocuğum oldu.

Bir yandan böyle açlık, diğer yandan bu bebek,
Dayanılmaz bir hale varıyordu giderek.

Yine de boyun eğdim Rabbimin takdirine.
Hiç şikayet etmeyip, şükrederdim hep yine.)
 

Biraz acele edin

Halime hatun der ki: (Çok açlık çekiyordum.
Buna rağmen, Rabbime yine şükrediyordum.

Bir ara uyumuşum sahrada dolaşırken.
Rüyamda biri gelip, yanımda durdu birden.

Ve beni daldırarak sütten beyaz bir suya,
Dedi ki: (Ey Halime, iç bundan doyasıya.)

İçtim, baldan tatlıydı ve bana sordu hemen.
Dedi ki: (Ey Halime, tanıdın mı beni sen?)

(Tanımadım) deyince, o dedi ki: (Ben senin,
Sıkıntıda ettiğin şükürlerim, bilesin. 

Ey Halime, kalk hemen, acele Mekke’ye git.
Orada çok büyük bir nimet var ki şu vakit,

O nimet, biraz sonra, sana olur müyesser.
Hemen kalk ki, Mekke’de seni bekler o cevher.

O, öyle bir nimet ki, dil ile anlatılmaz.
O, öyle bir devlet ki, herkese nasip olmaz.

Onun bereketiyle, rahatlarsın büsbütün.
Bollaşır Onun ile, hem de rızkın ve sütün.)

Uyanınca gördüm ki, bollaşmış sütüm gerçek.
Açlık ve susuzluğum eylemişler beni terk.

Lakin başkalarının, zordu vaziyetleri.
Açlıktan ölüyordu bir bir köyün fertleri.

Onlar benim halimi o sabah gördüler hep.
Dediler: (Ey Halime, hikmeti ne ki acep?

Son derece zayıf ve bitab halde iken dün,
Padişah kızlarına benzersin ama bu gün.)

Ben cevap vermiyordum, rüyada çünkü bana,
Denmişti ki: (Söyleme bunu başkalarına.)

Sonra kabilemizden, o gün bazı kadınlar,
Bir bebek almak için, Mekke’ye yollandılar.

Ben dahi zevcim Haris, hem de dört çocuğumla,
Kabileme katılıp, onlarla düştük yola.

Bir konup bir göçerken, aştık bir dağ ve vadi.
O ara seslendi ki gaibden bir münadi:

(Ey hatunlar, Mekke’de bir çocuk var ki el’an,
kurtulur kabileniz onunla her beladan.

Hızlanın, çabuk gidin, kavuşun bu nimete.
Bakalım içinizden kim erer bu devlete?)

Bu nidayı duyunca beni Sa’d kadınları,
Birden süratlendiler, kaybettim ben onları.

Zira benim merkebim, pek zayıf idi hepten.
Yürümeye takati yok idi zafiyetten.

Hasılı düşe kalka gidiyor isek de biz,
Lakin bizi, bir hayli geçmişti kabilemiz.

Helalim diyordu ki: (Az daha hızlanalım.
Yetişip, bir çocuk da biz almaya bakalım.

Zengin çocuklarını alır erken varanlar.
Bize kalır sadece fakir, garip olanlar.)

Biz arkadan gelirken, bu minval konuşurduk.
Pazartesi gününde, şehire vasıl olduk.

Gördük ki, hakikaten şehre önce girenler,
Zengin çocuklarından almışlar hepsi birer.

Peygamber efendimiz yetim olduğu için,
Çekmemiş ilgisini asla hiçbir kişinin.
 

Mışıl mışıl uyurdu

Onlar vasıl olunca Mekke’ye gecikerek,
Elde edemediler zenginlerden bir bebek.

Hiç istemiyorlardı boş dönmeyi de fakat.
Dediler: (Fakir olsun, alalım bir tek evlat).

Halime hatun der ki: Gönül kırıklığıyle,
Dolaşırken bir çocuk bulmak ümidi ile,

Gördüm bir kimseyi ki, nur yüzlü ve ihtiyar.
Ve baktım, üzerinde bir heybet, azamet var.

Derdi ki: (Emzirecek bir evlat alamayan,
Bir hatun kalmış mıdır acaba aranızdan?)

Yanımda olanlara sordum ki: (Bu zat kimdir?)
Bana söylediler ki: (O, Abdülmuttaliptir.

En ulu kişisidir Mekke ahalisinin.
Reisidir hem dahi Kureyş kabilesinin.)

Vardım tazim ederek, o ihtiyar kişiye.
Sordu bana: (Sen kimsin ve adın nedir?) diye.

Dedim: (Beni Sa’dden ve Halime’dir adım.
Maalesef emzirecek bir evlat alamadım.)

Dedi ki: (Ey Halime, bende var ki bir evlat,
İsmi Muhammed olup, babası yoktur fakat.

Bir bir teklif eyledim Onu senden gayriye.
Almadı hiçbirisi yetim bir bebek diye.

Eğer kabul edersen bu çocuğu sen fakat,
Bulursun Onun ile, çok büyük bir menfaat.)

O zaman çok sevinip, şükreyledim halime.
Dedim ki: (Danışayım bir gidip helalime.)

Zevcim dahi dedi ki: (Çabuk git, hiç durmadan.
Kabul et o çocuğu, başka biri almadan.)

Yanımda, kardeşimin oğlu vardı, dedi ki:
(Hiç acele etmeyin, yetimi kim alır ki?

Hep zengin çocukları aldı ve gitti çoğu.
Siz ise alırsınız, bir babasız çocuğu.)

Lakin ben aldırmadım onun bu boş lafına.
Hemen şöyle düşündüm o sözün hilafına:

(Babası yok ise de, işte var ya dedesi.
İnşallah doğru çıkar, o rüya neticesi.)

Koşup vardım yanına, yollarda seğirterek.
Dedim ki: (Kabul ettim, nerededir o bebek?)

Mesrur olup dedi ki: (Ey Halime, ne iyi.
Demek ki kabul ettin oğlumu emzirmeyi.)

(Evet, memnuniyetle) deyince kendisine,
Sevinçten vardı hemen, bir şükür secdesine.

Ve (Ya Rab, Halimeyle, evladım Muhammed’i,
Bereketli kıl!) diye, bize dua eyledi.

İletti sonra beni, annesinin yanına.
İsmimi söyleyerek, tanıttı beni ona.

İlk defa gördüğümde ben Amine Hatun’u,
Ay gibi, etrafına nur saçar buldum onu.

Dedi: (Ehlen ve sehlen, nasılsın ey Halime?)
Dedim: (Elhamdülillah, hamd olsun bu halime.)

Sonra da (Gel!) diyerek, gösterdi bir odayı.
Gördüm nurlar içinde Hatem-ül enbiya’yı.

Sevinç ve muhabbetle yanına vardığımda,
Mışıl mışıl uyurdu, sarılı kundağında.



Onunla huzur geldi

Yeşil, ipek bir örtü üstünde uyuyordu.
Ve etrafa, misk gibi koku yayılıyordu.

Öyle bir muhabbetle doldu ki kalbim Ona,
Gönlüm razı olmadı Onu uyandırmaya.

Elimi göğsü üzre koydum, uyanıverdi.
Ve hemen bana baktı ve tebessüm eyledi.

Annesi, bunu bana vermez düşüncesiyle,
Acele kucağıma aldım bir sevinç ile.

Dedesi bana bakıp, dedi: (Müjdeler olsun!
Senin gibi nimete kavuşmadı bir hatun.)

Amine hatun dahi dedi ki: (Üç gün önce,
Gaibden, kulağıma nida geldi şöylece.

Dedi: Senin oğluna, Beni Sa’dden bir hatun,
Süt verir ki, soyu da Ebu Züveyb’dir onun.)

O böyle söyleyince, dedim: (Doğru efendim!
Ben de Beni Sa’dden ve Ebu Züveyb’denim.

Rüyada bildirildi bu nimet bana önce.
O rüya gerçek oldu şimdi sizi görünce.)

Sonra veda eyleyip, ayrıldım o haneden.
Sevinç ile zevcimin yanına geldim hemen.

O da, kucağımdaki o Nur’u gördüğünde,
Dedi: (Böyle güzel yüz, görmedim ben ömrümde.)

Halime Hatun ile zevci Haris, o zaman,
O Serverle birlikte oldular yola revan.

Ne zaman ki Mekke’den onlar yola çıktılar,
Onun bereketini görmeye başladılar.

Mesela o mecalsiz ve zayıf merkep, o an,
Onun bereketiyle kesildi bir küheylan.

Geldikleri kafile, onlardan hayli önce,
Yola çıkıp, mesafe almış iken bir nice,

Biraz sonra yetişip, hem de geçti o halkı.
Çünkü o taşıyordu Server-i kâinatı.

İdrakindeymiş gibi bu nimetin o hatta,
Sevinçten raks ederek gidiyordu adeta.

Bana, bazı kadınlar gelir ve derlerdi ki:
(Senin bu merkebine ne gibi hâl oldu ki,

Giderken zayıf olup, kalmıştı en geride.
Şimdiyse hepimizi bıraktı gerilerde.)

Başka bereketler de olunca bizde vaki,
Onlar da anladılar nihayet hakikati.

Dediler: (Kavuştuğun bu nimet, bu bereket,
Bu çocuk sayesinde geliyor size elbet.)

Halime Hatun der ki: (O günden itibaren,
Artık bolluk içinde yaşar olduk tamamen.

Bir devemiz vardı ki, gayet zayıf, çelimsiz.
Hiç süt alamıyorduk o deveden önce biz.

Aynı deve, o kadar süt verirdi ki sonra,
Kaplarım taşardı da, verirdim komşulara.

Kuraklık olmuş idi bir ara beldemizde.
Mutazarrır olmuştu bundan kabilemiz de.

İnsanlar, o Serveri yanlarına alarak,
Yağmur duası için çıktılar bilcümle halk.

Öyle yağmur yağdı ki, o Server hürmetine,
Kavuştu köy halkı da, Onun bereketine.


Sekiz aylıkken konuştu

O Server, süt annesi Halime'den, her zaman,
Sol'dan değil, daima emiyordu hep sağ’dan.

Sol’u, süt kardeşine bırakırdı her sefer.
Hem orada, çabucak beslenmişti o Server.

İki aylık olunca, emekledi O hatta.
Üç aylık olduğunda, durur oldu ayakta.

Dört aylıkken yürüdü duvara tutunarak.
Beş aylık olduğunda, yürüdü tam olarak.

Altı aylık olunca, serian yürüyordu.
Yedi aylık iken de, her yere gider oldu.

Sekiz aylık olunca, başladı konuşmaya.
Kelime-i tevhid’i zikreyledi ilk defa.

Dokuz aylık olunca, konuştu net ve açık.
On aylık olunca da, ok atıyordu artık.

O andan itibaren, O, Allah’ın ismini,
Anmadan, hiçbir şeye sürmüyordu elini.

Sağ eliyle yemeye, ederdi fazla dikkat.
Sol eliyle, hiçbir şey yemez idi O fakat.

Vakta ki yürümeye başlayınca sonradan,
Oyuna katılmaz ve seyrederdi uzaktan.

Hem de buyururdu ki bu mevzuya temasla:
(Biz kullar, bunun için yaratılmadık asla.)

Güneş ışığı gibi bir nur da, Onu yine,
Kaplar ve dağılırdı mübarek bedenine.

Ayrıca (Ay) ile de mükaleme ederdi.
O işaret ettikçe, ay hareket eylerdi.

Tâ ki iki yaşına girdiğinde o Hazret,
Gelişmiş, gösterişli bir çocuk oldu gayet.

Başı üzre, devamlı beyaz bir bulut vardı.
Güneşin sıcağından Ona gölge yapardı.

Halime Hatun, Ona, kendi evlatlarından,
Daha iyi bakar ve ayırmazdı yanından.

Bir gün öğlen üzeri, çok sıcakta o Server,
Çıkmıştı, süt kardeşi Şeyma ile beraber.

Lakin Halime Hatun Onu göremeyince,
Nereye gittiğini merak etti bir nice.

Hemen dışarı çıkıp, aradı göz nurunu.
Süt kardeşi Şeyma’nın yanında buldu Onu.

Ve Şeyma’ya dedi ki: (Bu sıcakta ne için,
Çıktınız ki, rahatsız olur bak bu kardeşin.)

O dedi: (Anneciğim, bu kardeşime ama,
Bir bulut, başı üzre gölge yapar daima.

Güneşin sıcağından rahatsız olsak da biz,
Hiç rahatsız olmuyor fakat bu kardeşimiz.)

Halime Hatun der ki: (Bu sahib-i saadet,
Yaşını bitirince, sütten kestim nihayet.

İade etmek için, Mekke’ye revan olduk.
Lakin ondan ayrılmak nasıl olur diyorduk.

Sevgisi, kalbimize öyle çok girmişti ki,
Onu bırakıp gelmek, begayet müşkil işti.

Bahaneler söyleyip Hazret-i Âmine’ye,
İzin aldım, az daha bizimle kalsın diye.

O Server sayesinde, elimize velhasıl,
Çok maddi ve manevi nimetler oldu hasıl.
 

Şakk-ı sadr hadisesi

Halime Hatun der ki: Bir gün Server-i âlem,
Sallallahü aleyhi ve alihi ve sellem,

Bana sual etti ki: (Gündüz saatleri hep,
Kardeşlerim, ortada gözükmez, neden acep?)

Dedim: (Koyun gütmeye giderler gündüzleri.
Ancak gece olunca, dönerler eve geri.)

Dedi: (Gönder beni de, onlar ile gideyim.
Her gün kardeşlerimle, ben de koyun güdeyim.)

Bir nice bahaneler sürsem de ileriye,
Sonradan (Peki!) dedim, hoş olsun gönlü diye.

Ertesi gün, saçını tarayıp göz nurumun,
Onu da gönderdim ki, olmasın kalbi mahzun.

Bir gün öğle üzeri, süt kardeşi Abdullah,
Telaşla geldi eve hem ederek ah-ü vah.

Dedi ki: (Çok acele, koş yetiş anneciğim!
Şu anda zor durumda o Kureyşi kardeşim.

Zira koyun güderken biz Onunla beraber,
Gökten, yeşiller giymiş, iki kimse geldiler.

Yanımızdan alarak kardeşimi aniden,
Bir tepenin üstüne götürdüler acilen.

Arkası üzerine bir yere yatırdılar.
Dikkat ettim, karnını bıçak ile yardılar.

Size haber vermeye gelirken ben bu hâli,
Kureyşi kardeşimin böyle idi ahvali.

Anneciğim ne olur, çok acele gidelim.
Yetişip, kardeşime bir yardım eyleyelim.)

Kan beynime sıçradı, o bunları deyince.
Seğirterek, oraya vasıl olduk hemence.

Mübarek başı ile, yüzünü öpüp derhal,
Dedim: (Ey gözlerimin nuru oğlum, bu ne hâl?

Bu, ne garip iştir ki, geldi senin başına.
Seni kimler rahatsız ediyor, söyle bana?)

Dedi: (Biz evden çıkıp, koyun güdüyor iken,
Gökten, yeşiller giymiş iki zat geldi birden.

Gümüşten ibrik vardı, birisinin elinde.
Ve zümrütten bir leğen var idi diğerinde.

Kardan beyaz bir şeyle dolu idi o leğen.
Ve beni, dağ başına götürdü onlar hemen.

Biri, arkam üzeri yatırdı beni yere.
Göğsümü yardıysa da, acımadı bir zerre.

İçinde ne var ise, eli ile alarak,
Leğendeki o şeyle yıkadı tam olarak.

Öbürü de kalbimi dışarıya çıkarttı.
İçinden siyah bir şey çıkarıp yere attı.

Dedi: 
(Sende, şeytanın bu idi ki nasibi,
Onu biz söküp attık ey Allah’ın Habibi!

Onun bu yuvasını çıkararak sinenden,
Emin kıldık seni biz, şeytanın hilesinden.)

Sonra latif bir şeyle, kalbimi doldurdular.
Nurdan bir mühür ile, bir de mühür vurdular.

Yardıkları o yere, elini sürdü biri.
Yaram iyileşerek, kalmadı hiç eseri.

Sonra el ve yüzümü, tazim ile öptüler.
Az önce ayrılarak, göğe doğru gittiler.)


Hazret-i Âmine’nin vefatı

Peygamber efendimiz, altı yaşına kadar,
Muhterem annesinin yanında kıldı karar.

Altı yaşında iken, sevgili annesiyle,
Medine’ye gittiler ziyaret gayesiyle.

Babası Abdullah’ın kabrini de ziyaret,
Etmek için, sefere çıktılar en nihayet.

Medine’ye giderken, ayrıca yanlarında,
Hizmetçileri vardı Ümmü Eymen adında.

Orada bir ay kadar, ikamet ederken hem,
Bir havuzda, yüzmeyi öğrendi Fahr-i âlem.

Bir yahudi âlimi var idi ki orada,
O Serverin halinden bir şeyler sezdi o da.

Zira Onda görmüştü nübüvvet alameti.
Yanına yaklaşarak, ismini sual etti.

(Adım Ahmed) deyince, bağırdı ki bu sefer:
(İşte, ahir zamanda gelecek son Peygamber!)

Başka âlimler dahi toplandılar bu yere,
Konuşmalar yaptılar hep bu mevzu üzere.

Derlerdi: (Beklenilen Peygamber işte budur.
Zira alametlerin hepsi bunda mevcuddur.)

Böyle konuşmaları duyunca Ümmü Eymen,
Hazret-i Âmine’ye söyledi bunu hemen.

Bir zarar gelmesinden korkarak o Servere,
Mekke’ye dönmek için, çıktı o da sefere.

Lakin Ebva denilen yere gelince, birden,
Amine validemiz hastalandı aniden.

Kendinden geçiyordu hastalığı artarak.
Ve şunları söylerdi evladına bakarak:

(Ey Abdullah’ın oğlu, ey sevgili evladım!
Seni çok mübarek ve yüce kılsın Allah’ım.

Rüyada gördüklerim doğru çıkarsa eğer,
Sen, Allah tarafından olacaksın peygamber.

Seni, bu put denilen şeylerden, cenâb-ı Hak,
Koruyup, muhafaza edecektir muhakkak.)

Sonra rahatsızlığı fazlalaştı iyice.
Şu beytleri söyledi, vefat etmeden önce:

(Her yeni eskir elbet ve ölür her yaşayan.
Her çok olan tükenir, var mıdır hep genç kalan?

Ben dahi öleceğim, yalnızca farkım şudur:
Seni ben doğurdum ki, şerefim işte budur.

Geriye bıraktığım, çok hayırlı bir evlat.
Gözümü kapıyorum, yüzüm ak, içim rahat.

Benim, namım kalacak asırlarca dillerde.
Senin muhabbetinse, yaşar hep gönüllerde.)

Bu sözleri söyleyip, ardından etti vefat.
Anneden öksüz kaldı o an Fahr-i kâinat.

Mübarek cenazesi defnedildi o yerde.
Yirmi yaşında idi vefat eylediğinde.

Alıp Fahr-i âlemi oradan Ümmü Eymen,
Mekke’ye avdet için, sefere çıktı hemen.

Birkaç gün devam eden yolculuk neticesi,
Mekke’ye ulaştılar, o Serverle kendisi.

Ve Abdülmuttalib’in giderek huzuruna,
Resul-ü müctebayı teslim eyledi ona.
 


İşte bu, o Peygamberdir

Sekiz yaşına kadar o Server-i kâinat,
Dedesinin yanında büyüyüp etti rahat.

Zira Abdülmuttalip, Mekke’de çok sevilen,
Çeşitli hizmetleri, bizzat deruhte eden,

Zat olup, heybetli ve çok sabırlı bir fertti.
İyi ahlak sahibi, dürüst, mert ve cömertti.

Allahü teâlâya, ahirete inanır,
Kötülükten sakınıp, yapardı fazla hayır.

Zulüm ve haksızlığa, olurdu hemen engel.
Gelen misafirleri ağırlardı mükemmel.

Sevgili torununu, bağrına basıp her an,
Onu, gece ve gündüz ayırmazdı yanından.

Ona, büyük bir sevgi ve şefkat gösterirdi.
Herkesin arasında, Ona değer verirdi.

Sık sık Ümmü Eymen’e derdi ki: (Aman sakın!
Oğluma iyi bak ki, bir şeyden sıkılmasın.

Ehl-i kitap diyor ki zira oğlum hakkında:
Bu, peygamber olacak bu ümmete yakında.)

Ümmü Eymen de der ki: (Çocuk iken o Hazret,
Açlık ve susuzluktan etmezdi hiç şikayet.

Sabahleyin, bir yudum yalnız zemzem içerdi.
Yemek teklif edince, istemem, tokum derdi.)

Hem Abdülmuttalib’in hususi odasına,
Girmeye izni yoktu Ondan bir başkasına.

Yalnız O geldiğinde, alıyordu severek.
Her söz ve ahvalinden hoşlanıyor idi pek.

O gelmeden, sofraya oturmazdı hiç yine.
Ya yanına oturtur, yahut da dizlerine.

Yemeğin iyisini ve en lezzetlisini,
Ona ikram eder ve isterdi yemesini.

Bir gün Abdülmuttalip, Kâbe’nin yakınında,
Otururken, bir rahip gelip durdu yanında.

Oturup, konuşmaya başlayınca o rahip,
İlgi ile dinledi onu Abdülmuttalip.

Dedi ki: (Biz okuduk semavi kitaplarda.
Ahir zaman Nebisi, gelir bu yakınlarda.

Bu şehir, yani Mekke, Onun doğum yeridir.
Huy ve sıfatları da Onun şöyle şöyledir.)

Ve başladı saymaya onları birer birer.
O sırada oraya, teşrif etti o Server.

Onu görüp, durdu ve hayret etti bir nice.
Ve bakmaya başladı Ona pek dikkatlice.

Ve yanına yaklaşıp sonra da Onun bizzat,
Gözlerine, sırtına nazar etti pür dikkat.

Sonra birden dedi ki: (İşte bu, o Peygamber!
Hepsi, bunda mevcuttur söylediğim o haller.)

Sonra sual etti ki: (Bu çocuk neyin olur?)
O, (Oğlumdur) deyince, dedi ki: (Nasıl olur?

Bildiğimize göre, çünkü Onun babası,
Gerekirdi şu anda hayatta olmaması.)

Dedi ki: (Evet öyle, bu, oğlumun oğludur.)
O dedi: (Tamam işte, bu dediğin doğrudur.

Bu, ahir zamandaki gelecek son Peygamber!
Her hâli, açık açık veriyor bunu haber.)
 



Abdülmuttalib’in vefatı

Yaşı yüz on olunca, artık Abdülmuttalip,
Vefat edeceğini tahmin etti an karib.

Lakin o, torununu asıl dert ediyordu.
(Benden sonra, kim Ona hizmet eder?) diyordu.

Bir gün oğullarını, ölüm hastalığında,
Çağırıp, vasiyetler etti Onun hakkında.

Dedi ki: (Oğullarım, yaşım kemale erdi.
Dünyadan ahirete göç etme vaktim geldi.

Şimdi diyeceklerim, size vasiyetimdir.
Şu anda tek düşüncem, sadece bu yetimdir.

Keşke daha olsaydı ömrümden birkaç sene,
Daha fazla hizmetler etseydim kendisine.

Lakin ölüm zamanım yaklaştı zannederim.
Bu hasret ateşiyle, şimdi yanar ciğerim.

İsterim, birinize eyleyeyim emanet.
Bunun endişesiyle rahatsızım begayet.

Kim iyi hizmet eder bu inci tanesine?
Hanginiz kusur etmez hizmette kendisine?)

O zaman Ebu Leheb, çöküp dizi üzeri,
Dedi ki: (Ey Arabın efendisi, reisi!

Eğer bu emaneti vermek için, birimiz,
Aklınızdan geçtiyse, ona teslim ediniz.

Yoksa ben, bu hizmetin uhdesinden gelirim.
Ona, can-ü gönülden hizmet edebilirim.)

Abdülmuttalip dedi: (Doğrudur, hakikaten,
Uhdesinden gelirsin bu hizmetin maddeten.

Zira kâfi miktarda vardır malın, servetin,
Ve lakin kalbin katı, noksandır merhametin.

Yetimin kalbi ise, yaralı, yufkadır pek.
Senin kârın değildir Onu hoşnut eylemek.)

Bu sefer Hamza kalktı, dedi ki: (Ey pederim!
Bana ver bu hizmeti, candan kabul ederim.

Ona hizmet eylemek, ne büyük nimet bize.
Lütfedip, bu hizmeti ihsan et bendenize.)

Dedi ki: (Bu hizmete, layıksın sen de, evet.
Lakin Onun hakkına, edemezsin riayet.

Zira senin çocuğun mevcut olmadığından,
Anlamazsın onların hâl ve arzularından.)

Bu sefer kalktı Abbas, dedi ki: (Babacığım!
Bana emanet eyle, Ona ben bakacağım.

Nasıl bakıyor isem kendi ehl-i beytime,
Daha çok titizlikle bakarım bu yetime.)

Onu Abdülmuttalip dinleyip en nihayet.
Dedi ki: (Bu hizmete layıksın sen de, evet.

Fakat çoluk çocuğun fazladır hayli senin.
Bu bakımdan hizmette kusur edebilirsin.)

En sonra Ebu Talip arz eyledi bu sefer.
Dedi ki: (Babacığım, bu hizmeti bana ver.

Ona hizmet etmeyi, en fazla ben isterim.
Lakin benden büyüktür diğer biraderlerim.

Onlar varken konuşmak, münasip olmaz diye,
Sustum ve atılmadım onlardan ileriye.

Onlardan az ise de gerçi malım, servetim,
Lakin daha fazladır onlardan sadakatim.)



Ebu Talib’i seçti

Vakta ki bu hizmeti istedi Ebu Talip,
Sevindi, memnun oldu o an Abdülmuttalip.

Ona dönüp dedi ki: (Doğru dersin ey oğlum!
En fazla sen layıksın bu işe, biliyorum.

Lakin ben, Onun ile istişare etmeden,
Asla karar vermedim bir işe hemen hemen.

Zira Ona danışıp yaptığım her işimde,
Hep iyilik ve hayır buldum neticesinde.

Bu işte de, Onunla edeyim bir meşveret.
Hanginizi isterse, tercihim odur elbet.)

Sonra döndü yüzünü Server-i kâinata.
Konuşurken, sedası titriyordu adeta.

Dedi ki: (Ey göz nurum, ben senin hasretinle,
Ahirete yöneldim, bak yavrum beni dinle.

Benden sonra, sana hep hizmet etmesi için,
Amcaların içinden, hangisini istersin?)

Bu teklif üzerine, o Allah’ın Habibi,
Baktı amcalarına, parlıyordu nur gibi.

Hemen Ebu Talib’in teşrif edip yanına,
Boynuna sarılarak, oturdu kucağına.

Bunu görüp sevindi o an Abdülmuttalip.
Dedi: (Elhamdülillah, dinle ya Eba Talip!

Benim dahi kalbimin arzusu böyle idi.
Sana ısmarlıyorum göz nurum Muhammed’i.

Ana baba şefkati görmemiştir bilesin.
Hatırını kollayıp, sakın incitmeyesin.

Onun babası ile, ananız bir ki elbet,
Sana müyesser oldu neticede bu devlet.

Nasıl koruyor isen bizzat kendi nefsini,
Öyle korumalısın, bu İnci tanesini.

Eğer yetişir isen nübüvvet zamanına,
Hiç tereddüt etmeden iman et sen de Ona.)

Sözlerini bitirip, sonra sual eyledi:
(İşbu vasiyetimi kabul ettin mi?) dedi.

Dedi ki: (Kabul ettim, hem de can-ü gönülden.
Ona layık olmaya çalışırım bu günden.)

Sonra Abdülmuttalip, Allah’ın Resulünü,
Oğlu Ebu Talib’e teslim etti o günü.

Dedi ki: (Bundan sonra, kolaydır ölüm bana.
Şimdi müsterih oldum, gamım yok bundan yana.)

Öptü sonra Resulün başı ile yüzünü.
Ve Onu koklayarak, söyledi son sözünü.

Dedi: (Ey oğullarım, şahit olun yakînen.
Bundan güzel bir koku koklamış değilim ben.

Şuna dahi hepiniz şahit olun ki hatta,
Bundan daha güzel yüz görmedim ben hayatta.)

Allah’ı zikrederek, eyledi sonra vefat.
sekiz yaşında idi o an Fahr-i kâinat.

Sonra Ebu Talib’in girdi himayesine.
Çok iyi hizmet etti o dahi kendisine.

Kendi çocuklarından, Onu daha severdi.
Ona, büyük bir sevgi ve şefkat gösterirdi.

Katiyen uyumazdı O yanında olmadan.
Başlamazdı yemeye, önce O başlamadan.
 

Rahip Bahira’nın sevinci

Oniki yaşlarına girdiğinde o Server,
Düşündü Ebu Talip Şam yönüne bir sefer.

Bir zarar gelir diye Ona yad ellerinde,
Götürmek istemedi Onu beraberinde.

Lakin O, devesinin yularını tutarak,
Dedi: (Nasıl gidersin beni yalnız koyarak?

Ne anam ve ne babam, ne de bir acıyanım.
Sen gidersen, burada sıkılır benim canım.)


Bu söz, Ebu Talib’in sızlattı yüreğini.
Onu götürmek için, değiştirdi reyini.

Hazırlığını yapıp, çıktılar bu sefere.
Geldiler daha sonra Busra denen bir yere.

(Bahira) nam bir rahip var idi ki orada,
Büyük bir âlim idi, o zaman Nasara’da.

Ve okumuş idi ki semavi kitaplardan:
(Ahir zaman Nebisi, bir gün geçer buradan.

Hem de o Peygamberin çok alametlerini,
Öğrenmiş, bekliyordu bir gün teşriflerini.

Belki o Peygamberle görüşürüm diyerek,
Beklerdi manastırda, gece gün demiyerek.

Yıllardır gördüyse de pek çok kafileleri,
Lakin görememişti malum alametleri.

Nihayet gördü bir gün, bir kervanı ilerden.
Bir de bulut gelirdi, kervanın üzerinden.

Heyecanla irkilip, dikkatle baktı yine.
Taşlar selam verirdi kervandaki birine.

Baktıkça, alametler peşpeşe geliyordu.
Ağaçlar, bir kimseye doğru eğiliyordu.

Bütün bunları görüp, inandı ki o anda:
Beklediği Peygamber geliyor bu kervanda.

Derhal tertip eyleyip, mükemmel bir ziyafet,
Heyecanla onları yemeğe etti davet.

Kafile, o Serveri, mallarının yanına,
Bırakıp, gittiler hep onun manastırına.

Dikkat ile bakarak Bahira onlara hep,
Sordu ki: (Kafileden gelmeyen var mı acep?)

Zira geldiği halde kafile tamamiyle,
Bulut yine o yerde duruyordu ayniyle.

Dediler ki: (Gelmeyen, sadece bir kişi var.
Onun nezaretinde duruyor çünkü mallar.)

Bahira, (O da gelsin!) dedi ordakilere.
Çağırdılar, O dahi teşrif etti o yere.

Sordu Ebu Talib’e: (Bu, akrabandan mıdır?)
(Oğlum olur) deyince, dedi ki: (Olmaz, hayır.

Sağ olmasa gerektir babası çünkü Onun.
Bu sebeple bu çocuk, olamaz senin oğlun.)

Ebu Talip dedi ki: (Kardeşimin oğludur.)
Dedi ki: (Tamam işte, bu beyanın doğrudur.)

(Babasına ne oldu?) diye sual edince,
Dedi: (Vefat eyledi, oğlu doğmadan önce.)

Sonra sual etti ki: (Annesine ne oldu?)
(O da öldü) deyince, dedi ki: (Bu da doğru.)

Sorduğu suallere aldığı bu cevaplar,
Karşısında Bahira, sualler sordu tekrar.


İşte Âlemlerin Efendisi

Bahira, o Servere baktıkça ferahladı.
Ve Onun, son Peygamber olduğunu anladı.

Ona dönüp, bir yemin verdi putlar adına,
Allah’ın Sevgilisi üzüldü gayet buna.

Dedi: (Bana, putların adıyla verme yemin.
Zira onlardan büyük düşmanım yoktur benim.)

Bahira bu sefer de yemin verip Allah’a,
(Uyur musun?) diyerek, sordu Resulullaha.

Allah’ın Sevgilisi, buna cevap olarak,
Dedi: (Gözlerim uyur, uyumaz kalbim ancak.)

Daha başka sualler sorduysa da Bahira,
Uygun geldi cevaplar semavi kitaplara.

Sonra, Fahr-i âlem’in mübarek gözlerine,
Bakıp, Ebu Talib’e bir sual sordu yine.

Dedi: (Gözlerindeki bu kırmızılık, acep,
Ara sıra mı olur, bulunur mu yoksa hep?)

Dedi ki: (Devamlıdır, görmedik gittiğini.)
Bu da fazlalaştırdı rahibin ümidini.

Bir alamet kalmıştı, o da mühr-ü Nübüvvet.
Onu dahi görmeyi istedi en nihayet.

Ve lakin edebinin çokluğundan o Server,
Mübarek sırtlarını açmak istemediler.

Ebu Talip dedi ki mübarek yeğenine:
(Bu arzusunu dahi getiriver yerine.)

Onun işaretiyle, sırtını açtı heman.
Mühr-ü Nübüvveti de Bahira gördü o an.

Bütün güzelliğiyle seyretti doya doya.
Heyecanla öptü ve başladı ağlamaya.

Gözlerinden sel gibi yaşlar boşanıyordu.
(İşte, beklediğimiz Resul budur) diyordu.

(Şehadet ederim ki, Allahü teâlânın,
Göndereceği Resul, işte budur bihakkın.

İşte budur âlemin Seyyidi, Efendisi.
İşte budur Allah’ın Habibi, Sevgilisi.)

Sonra Ebu Talib’e dedi ki: (Bu yeğenin,
En son ve üstünüdür bütün Peygamberlerin.

Bunun dini yayılır, bilcümle yeryüzüne.
Son verir önce gelen dinin hükümlerine.

Şimdi hiç götürme ki Şam’a sen bu çocuğu.
Zira yahudilerin düşmandır buna çoğu.

Korkarım, zarar gelir mübarek bedenine.
Malını burada satıp, dön git memleketine.)

Ebu Talip, Rahibin sözüne verdi kulak.
Geri döndü, malları yarı yolda satarak.

Bahira’nın sözleri, ömrünün her anında,
Tâ ölünceye kadar çınladı kulağında.

Besledi daha fazla Ona sevgi, muhabbet.
Ve Ona, her işinde eyledi yardım, medet.

Fahr-i âlem, onyedi yaşına girdiğinde,
Çok mümtaz kişi olu, Kureyş kavmi içinde.

Herkese gayet güzel ve iyi davranması,
İyi huylu, yumuşak, doğru sözlü olması,

Güvenilirliğinden dolayı Kureyşliler,
Ona, (Emin Muhammed) lakabını verdiler.



 
Bu websitesinin sahibi "Top liste" ekstrasını daha aktive etmemiş!
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol