Ana Sayfa
Video
Galeri
♦♦►Haber
Bütün Gazeteler
Köşe Yazarları
Net Gazete
♦♦►Tarih
Prof.Dr.Ekrem Bugra Ekinci
Tarih Ansiklopedisi
Türk Âlemiyiz
♦♦►Sağlık-Yemek
Sağlık
Pratik Bilgiler
Hekimce.com
Bitkilerin FAYDALARI
♦♦►Dini
Sohbet
E-kitap
Duâlar
Ilahiler
İlahi dinle
Hikâyeler
Menkîbeler
Osman Ünlü
Silsile aliyye
HuzuraDogru.Tv
Sûreler Ve Dûalar
Internet Radyonuz
Kıyâmet Alâmetleri
Muhammed Aleyhisselamın Hayatı
=> Mübarek Nuru
=> Dünyaya Teşrifleri
=> Mübarek Emanet
=> Gençliği ve Evlenmesi
=> Biseti ve Daveti
=> İlk Müslümanlar
=> Habeşistana Hicret
=> Habeşistana İkinci Hicret
=> Hüzün Yılları
=> Miraç Mucizesi
=> Hicret
=> Medine-i Münevvere Devri
=> Bedir Gazası
=> Hazret-i Fatıma'nın Evlenmesi
=> Beni Nadir Yahudileri
=> Fatıma Binti Esed'in Vefatı
=> Reci Vakası
=> Beni Mustalik Gazası
=> Beni Kureyza Yahudileri
=> Hudeybiye Sulhnamesi
=> Davet Mektupları
=> Hayberin Fethi
=> Umret-ül Gaza Seferi
=> Mute Gazası
=> Mekke'nin Fethi
=> Huneyn Gazası
=> Tebük Seferi
=> Veda Haccı
=> Vefatı
=> Hilye-i Saadet
=> Âlemlerin Rahmeti
=> Bazı Mucizeleri
Esma-i Hüsnâ (Anlamlari)
Esma-i Hüsnâ (Faydalari)
Yazar Ömer Çetin Engin
♦♦►Eğlence
Tavsiyeler
Kare Bulmaca
Serbest Yazılar
Enteresan Bilgiler
Biliyor Musunuz ??
Eğitici Oyunlar(Fransizca)
♦♦►Diğerleri
Sesli Tiyatro
İllerimiz
Sitemap
 

.

Habeşistana Hicret

 
  Hazret-i Hamza’nın Müslüman oluşu
►  Aldım intikamını
  Dağılın yeryüzüne
  Hazret-i Ömer’in Müslüman oluşu
  Boynumuzu kessen de
  Sana müjdeler olsun
  İlet beni Resule
  Yol açın kendisine
  Kırk olduk senin ile
  Beni bilen biliyor



 
Hazret-i Hamza’nın Müslüman oluşu

Resulullah, kavmini bir yere toplayarak,
Anlatınca İslam’ı aşikâre olarak,

Kötü şey söylediler bir çoğu hiddetinden.
Sonra da, üzerine saldırdılar hep birden.

Vurup hırpaladılar Allah’ın Resulünü.
Ve kana boyadılar mübarek nur yüzünü.

O mübarek saçları, oldu karma karışık.
Yine de sabrederek, vermedi bir karşılık.

Sadece buyurdu ki: (Vurursunuz bana siz.
Lakin Resul gönderdi, beni size Rabbimiz.)

Allah’ın Sevgilisi çok incindi onlardan.
Ayrılıp, Beytullaha teşrif etti oradan.

Ve mübarek başını, sinesine eğerek,
Oturdu bir köşede, hayli içerleyerek.

Henüz hazret-i Hamza, olmamıştı Müslüman.
Dağa, ceylan avına çıkmış idi o zaman.

Bir ceylanın ardında giderken gizlenerek,
Geri dönüp konuştu, ceylan dile gelerek.

Dedi ki: (Sen okunu atarsın bana, ama,
Atsan daha iyidir Mekke’de o adama.

Çok incitti o kâfir, kardeşinin oğlunu.
Bana atacağına, git, ona at okunu!)

Ceylanın sözlerine taaccüp eyleyerek,
Döndü hemen evine, hayli merak ederek.

Hatunu ağlıyordu, geldiğinde evine.
Niçin ağladığını sorunca kendisine,

Dedi ki: (Yeğenine, o insafsız kâfirler,
Her gün ettiklerinden, fazla eza ettiler.)

Ve bir bir anlatınca o cefa ve ezayı,
Büsbütün keder sardı amcaları Hamza’yı.

Dedi ki: (Ebu Talip, yok mu idi o zaman?)
Dedi: (Deve gütmeye gitmiş idi sabahtan.)

Sordu yine: (Nerdeydi, amcası Ebu Leheb?)
Dedi ki: (O insafsız, düşmanlık ederdi hep.

Hatta diğerlerini, o teşvik ediyordu.
Öldürün şu yalancı sihirbazı diyordu.)

Sordu yine: (Ya Abbas, yok muydu o da yine?)
Dedi: (Yalnız o yardım ederdi yeğenine.

Onu korumak için, pervane oluyordu,
Durun, merhamet edin, insafsızlar diyordu.)

Duydu hazret-i Hamza ondan bu olanları,
Kabardı birden bire akrabalık damarı.

(Bunun intikamını onlardan alana dek,
Yemek içmek Hamza’ya haram olsun!) diyerek,

Kılıcını kuşanıp, aldı yayı eline.
Geldi o kâfirlerin toplantı mahalline.

Kâbe’yi, hürmet ile tavaf etti evvela.
Sonra meydan okudu, hiddetle o küffâra:

(Kardeşimin oğluna, eza ve cefa eden,
İçinizden kim ise, karşıma çıksın hemen!

Boyunu bir göreyim, o çıksın da önüme.
Nasıl eza edermiş, o benim yeğenime?

Haberim olsa idi, bu işten benim eğer,
Vallahi hepinizi keserdim birer birer.)



Aldım intikamını

O kâfirler, Resule yapınca böyle eza,
Zevcesi kanalıyla duydu hazret-i Hamza.

Pür hiddet kâfirlerin yanına geldi hemen.
Kılıcı omuzunda, yayı elindeydi hem.

Kâfirler, gördü onun silahlı geldiğini.
Korku sardı bir anda, hepsinin kalblerini.

Ebu Cehil herkesten önce verdi beyanat.
Dedi ki: (Ben eyledim, yok kimsede kabahat.)

Haykırdı ki: (Ey zalim, ne idi ki sebebi,
O şerefli kimseye yaptın bu eziyeti?

Yeğenim olduğunu bilmez misin ey alçak!
Kendisine güvenen dokunur Ona ancak.)

Elindeki yay ile vurarak sonra birden,
Melunun kafasını yardı birkaç yerinden.

Saldıracaklardı ki Hamza’ya diğerleri,
Mani oldu hemence, Ebu Cehil kâfiri.

Dedi: (Dokunmayınız, Hamza bunda haklıdır.
Bizim dün yaptığımız, apaçık haksızlıktır.)

Hazret-i Hamza’nın da Müslüman olmasından,
Korkup, o kâfirlere böyle dedi o zaman.

Geldi hazret-i Hamza, oradan ayrılarak,
Allah’ın Resulünü, evinde buldu ancak.

Yaklaşıp selam verdi ve oturdu yanına.
Resul cevap vererek şöyle buyurdu ona:

(Yalnız bırak bunu ki, hayatta yok kimsesi.
Ne babası var Onun ve ne de validesi.

Ne candan bir amcası, ne de bir kardaşı var.
Na yarı, ne yoldaşı, ne bir arkadaşı var.)

O dedi ki: (Ey oğul, aldım intikamını.
Vurup yere akıttım, Ebu Cehl’in kanını.

Üzülme, müsterih ol, bundan sonra o alçak,
Her zaman karşısında, artık beni bulacak.)

Buyurdu ki: (Ey amcam, sen iman etmeyince,
Ben müsterih olamam, mühim olan bu bence.)

Dedi ki: (Peki oğul, ne istersen yapayım.
Yeter ki seni bugün, biraz rahatlatayım.)

Buyurdu: (Sen kalırsan eğer küfür içinde,
Yarın yanar vücudun, Cehennem ateşinde.

Beni sevindirmeyi istiyorsan sen şayet,
Peygamber olduğuma etmelisin şehadet.)

Ve hemen kendisine, son gelen âyetlerden,
Bir miktar okudu ki, şöyle idi mealen:

(Yerlerde ve göklerde ve bunlar arasında,
Ne varsa, hepsi Onun mülküdür esasında.)

O dedi ki: (Ey oğul, bizim, binbeşyüz kadar,
El ile yaptığımız, bir sürü putumuz var.

Hiç birisi, bir karış yere malik değildir.
Sen dersin ki, yer ve gök, cümlesi Rabbimindir.)

Ve hemen oracıkta getirip şehadeti.
Kazandı böylelikle ebedi saadeti.

Dedi: (Kati olarak inandım ki ben şuna,
Secde layık değildir, o Rab’dan başkasına.

İnandım ki sen dahi, Onun Peygamberisin.
Bizleri bâtıl yoldan, Hakka davet edersin.)
 

Dağılın yeryüzüne

Müşrikler, müminlere ettikçe eza, cefa,
Müminlerin sayısı artıyordu çok daha.

Kâfirler bunu görüp, daha da azıttılar.
Bu işkencelerini, daha çok arttırdılar.

Eshabın çektikleri bu cefalara fakat,
Pek çok üzülüyordu o Server-i kâinat.

Zira bu işkenceler, arttıkça artıyordu.
Buna, mübarek kalbi hiç dayanamıyordu.

Bir gün buyurdular ki Sahabe-i güzine:
(Ey Eshabım, dağılın şimdi siz yer yüzüne.

Ümit ediyorum ki, yakında cenâb-ı Hak,
Sizleri, bir araya toplar yine muhakkak.)

Onlar sual etti ki Resul-i müctebaya:
(Ne tarafa gitmemiz münasiptir acaba?)

Mübarek eli ile eyleyerek işaret,
Habeş memleketini gösterdi istikamet.

Buyurdu ki: (Gidiniz, siz Habeş toprağına.
Oranın hükümdarı, zulüm yapmaz halkına.

Bir kurtuluş kapısı açılıncaya kadar,
O doğruluk yurdunda, bir müddet kılın karar.)

Bu hicret kararıyla, Resulullah o zaman,
Kurtarmış oluyordu, Eshabını ezadan.

Mekkeli müşriklerle mücadeleyi artık,
Tek başına yapmayı görüyordu muvafık.

Zira O doğduğunda, (Ümmetî! vâ ümmetî!)
Demişti ki, pek çoktu onlara merhameti.

Onun müsaadesiyle Eshab hazırlanarak,
Hicrete başladılar, Mekke’den ayrılarak.

Sevgili Peygamberden ayrıldıkları için,
Çok üzülüyorlardı, hepsi de için için.

Hazret-i Osman ile hazret-i Rukayye de,
Bulunuyorlardı bu ilk giden kafilede.

Hazret-i Osman için, o gün Nebiyyi zişân,
Buyurdular ki: (Osman, hiç şüphe yok ki şu an,

Lut Peygamberden sonra, zevcesiyle birlikte,
Hicret eyleyenlerin ilkidir böylelikle.)

Sahabe-i kiramın kimi binek alarak,
Kimi de hiç bineksiz, yani yaya olarak,

Vatan ve evlerini bırakarak, bir gece,
Mekke’den ayrıldılar, kâfirlerden gizlice.

Tüccarlarla anlaşıp verdiler belli ücret.
Gemilerle Habeş’e ulaştılar nihayet.

Müşrikler, Sahabenin böyle gidişlerine,
Vakıf olup, atlarla düştüler peşlerine.

Ve lakin boşa gitti onlardaki bu gayret.
Gidip, meyus şekilde ettiler geri avdet.

Habeş hükümdarının ismi (Necaşi) idi.
Adil, merhametli ve insaflı bir kişiydi.

Gayet iyi davrandı, giden Muhacirlere.
Yerleştirdi onları, ülkesinde bir yere.

Müslümanlar orada, tam himaye gördüler.
Huzur ile Allah’a ibadet eylediler.

Lakin Müslümanların, hicret etmelerinden,
Kâfirler, endişeye kapıldılar hep birden.
 

Hazret-i Ömer’in Müslüman oluşu

Peygamber efendimiz, o günlerde bir gece,
Allahü teâlâya dua etti şöylece:

(Ya Rabbi, bir kişiyle kuvvetlendir bu dini.
Vesile kıl bu işe, şu zatlardan birini.

Ömer ibnil Hattab’la, yahut Amr bin Hişam’la,
Bu İslam aziz olup, yayılsın ihtişamla.)

Ertesi gün Ebu Cehl, yani Amr ibni Hişam,
Kureyş kâfirlerini toplayarak bir akşam,

Resulün aleyhinde bir konuşma yaparak,
Onu öldürmek için kışkırttı son olarak.

Dedi ki: (Abdullah’ın yetimi, aramızdan,
Çıkarak, dinimizi kötülüyor durmadan.

Hatta aşağılar da, bütün putlarımızı,
Onun bu davranışı, sıkmaz mı canınızı?

Diyor ki: Ecdadınız, Cehenneme gitti hep.
Siz dahi Cehenneme gidersiniz nihayet.

İşte ben, bu gün size derim ki açık açık,
Onu öldürmedikçe, huzur yok bize artık.

Bu işi becerene, yüz deve, ikiyüz at,
Ve sayısız altınlar vereceğim mükafat.)

Hemen hazret-i Ömer ayağa fırlayarak,
Dedi ki: (Hattaboğlu becerir bunu ancak!)

Onun bu cevabını iyi karşıladılar.
(Haydi, görelim seni!) deyip alkışladılar.

Kabarmıştı o anda cahiliyet damarı.
Bu işi yapmak için, çıktı hemen dışarı.

Allah’ın Habibini öldürmek maksadıyla,
Kılıcını alarak, pür hiddet çıktı yola.

Nuaym bin Abdullah da geliyordu ilerden.
Onu böyle görünce, merakla sordu hemen.

Dedi: (Ey Hattaboğlu, bu şiddet, bu hiddetle,
Nereye gidiyorsun, ne maksat ve niyetle?)

Dedi ki: (Aramıza tefrikayı getiren,
Putları kötüleyip, bizlere ahmak diyen,

Muhammed’in katline giderim bir an önce.
Bu ayrılık işine son vereyim böylece.)

Nuaym dedi: (Ya Ömer, güç bir işe gidersin.
Sen, Onu öldürmeye nasıl cüret edersin?

Zira çok seviyorlar Onu, iman edenler.
Bir pervane misali, etrafında dönerler.

Zarar gelmesin diye, Onun tek bir kılına,
Et'ten duvar örmüşler adeta etrafına.

Hem sonra gelsen bile bu işin üstesinden,
Nasıl kurtulacaksın Haşimiler elinden?)

Kızdı hazret-i Ömer onun bu sözlerine.
Kılıcını sıyırıp, yürüdü üzerine.

Dedi: (Yoksa sen de mi onlardansın ya Nuaym?
Eğer bu doğru ise, senin de işin tamam.

Önce senin işini bitireyim!) dedi ve,
Kılıcını kaldırıp, kastetti öldürmeye.

Onu böyle görünce, Nuaym fena korkarak,
Arz etti ki: (Ya Ömer, sen şimdi beni bırak.

Müslüman olmuşlardır enişten, kız kardeşin.
Daha mühim değil mi, bu haber senin için?)
 

Boynumuzu kessen de

Daha da hiddetlendi buna hazret-i Ömer,
Dedi ki: (Doğru mudur söylediğin bu haber?)

Nuaym dedi: (Ya Ömer, bana inanmıyorsan,
Git hemen evlerine, inanırsın o zaman.

Lakin sana diyeyim bunun kolay yolunu,
Git, kendi elin ile boğazla bir koyunu.

Eğer yemezler ise, senin kestiğin eti,
Bil ki, kabul etmişler onlar İslamiyet’i.)

Hiddetinden o anda, kan sıçradı beynine.
Ayrılıp gitti hemen kardeşinin evine.

Varıp, kapılarını vuracak idi ki tam,
İçerden kulağına geldi tatlı bir kelam.

Koyuldu dinlemeye o sözleri pür dikkat.
Bunlar, insan sözüne benzemiyordu fakat.

Meğer Taha suresi inmişti o günlerde.
Onu, hazret-i Habbab okuyordu içerde.

Hem hazret-i Ömer’in gelmesi korkusundan,
Kilitlemişler idi kapıyı arkasından.

Kapıya, şiddet ile vurdu hazret-i Ömer.
İçerde sure ile Habbab’ı gizlediler.

Açtılar korku ile kapıyı en nihayet.
Baktılar ki o gelmiş, kılıç ile pür hiddet.

Kız kardeşi, görse de çok kızgın olduğunu,
Yine (Hoş geldin!) deyip, içeri aldı onu.

Girdi hazret-i Ömer haneden içeriye.
Sordu hemşiresine (Ne okurdunuz?) diye.

Ne için geldiğini anlamıştı o kati.
Doğuyu söylemeyip, gizledi hakikati.

Dedi ki: (Aramızda var idi bir mesele.
Onu konuşuyorduk az önce zevcim ile.)

Lakin hazret-i Ömer, inanmadı pek buna.
Dedi ki: (Öyle ise, bir koyun getir bana.)

Ve kendi eli ile keserek onu hemen,
Pişirdi az bir miktar, o koyunun etinden.

Sonra da ikisini yemeye etti davet.
Lakin onlar, davete etmediler icabet.

Anladı ki, girmişler bunlar İslamiyet’e.
Başladı kardeşine cefa ve eziyete.

Dedi ki: (Doğru imiş, işittiğim o haber.
Siz de, Onun sihrine aldanmışsınız meğer.)

Sonra, zevci Said’i yakasından tutarak,
Fırlatıp yere attı, fena gadaplanarak.

Kız kardeşi, zevcini kurtarmak gayesiyle,
Geldiyse de, yıkıldı bir tokat darbesiyle.

O öfkeli tokatın şiddeti ile hemen,
Kan akmaya başladı o mübarek yüzünden.

Kardeşi Fatıma’nın canı fena yanmıştı.
Ve hatta o tokatla, kanlara boyanmıştı.

Lakin o, imanından aldığı kuvvet ile,
Şöyle feryat etti ki: (Ya Ömer, beni dinle!

Niçin Hak teâlâdan korkmaz ve utanmazsın?
Ve Onun gönderdiği Resule inanmazsın?

Ben ve zevcim inandık Allah’ın bu dinine.
Boynumuzu kessen de, dönmeyiz bundan yine.)
 


Sana müjdeler olsun

Okudu şehadeti kız kardeşi açıktan.
Çöktü hazret-i Ömer oraya şaşkınlıktan.

Dedi ki: (Okur iken, kim vardı senin ile?)
Kız kardeşi dedi ki: (Yalnızdık zevcim ile.)

İnandıramamıştı Ömer ibnil Hattab'ı.
Hiddetle bir odaya girip buldu Habbab’ı.

Dövmeye başlayınca, yetişti Said hemen.
Lakin hazret-i Ömer güçlüydü ikisinden.

Koştu hemen Fatıma, girdi aralarına.
Lakin bir tokat ile, boyandı yine kana.

Çok incindi Fatıma, onun bu vurmasından.
Kan akmaya başladı hem yüzü, hem ağzından.

Gördü hazret-i Ömer kardeşinin kanını.
Kaldırdı üstlerinden, eza ve cefasını.

Bir köşeye oturup, daldı bir tefekküre.
Sessizlik çöküverdi. odaya birden bire.

Vakit ilerlemişti, üzgün ve yorgundular.
Herbiri, bir tarafa çekilip oturdular.

Ve lakin biraz sonra, kız kardeşi Fatıma,
Abdest alıp, Kur’andan başladı okumaya:

(Yerlerde ve göklerde ve bunlar arasında,
Olanların tamamı, Onundur esasında.)

Okuyunca Fatıma Kur’andan bu âyeti,
Ömer ibnil Hattab’ın fazlalaştı hayreti.

Dedi: (Duydum hayretle okuduğun kelamı.
Yerle gök arasında olanların tamamı,

Muhammed’in Rabbinin mülkü mü ya Fatıma?
Bizim putlarımızın bir şeyi yoktur ama.

Senin bu okuduğun, gerçek ise, ne iyi.
Mütalaa eyleyeyim ver de o sahifeyi.)

(Bu, öyle kitaptır ki) dedi ona Fatıma,
(Ancak temiz olanlar dokunur buna ama.)

(Peki ne yapmalıyım?) diye sual edince,
Dedi: (Gusül abdesti almalısın ilk önce.)

Gusül almak üzere, kalktı hemen yerinden.
Dedi ki: (Ya Fatıma, değişti kalbim birden.)

Başladı okumaya sureyi edeplice.
Okudukça, İslam’a bel bağladı iyice.

(Sadece Allah vardır, ibadet yapılacak.
Ve en güzel isimler Onundur hem de ancak.)

Dedi ki: (Hakikaten ne kadar doğru hepsi.
Silindi kalbimdeki küfür, inkâr perdesi.

Ya Fatıma, ben şuna inandım ki muhakkak,
İbadet olunmaya, bu Rabdır tek müstehak.)

Kelime-i tevhidi okudu sonra hemen,
Fırladı sonra Habbab bu sevinçle yerinden.

Dedi: (Müjde ya Ömer, bir gün Fahr-i kâinat,
Şöyle dua etmişti, Hak teâlâya bizzat.

Demişti ki: Ya Rabbi, bu dini eyle tenvir.
Ebu Cehil veyahut Ömer’le kuvvetlendir.

Şimdi, senin hakkında kabul oldu bu dua.
Bundan büyük bir nimet, dünyada yoktur daha.)



İlet beni Resule

Artık hazret-i Ömer, bir anda değişmişti.
Resulün muhabbeti kalbine işlemişti.

Hemen dedi: (Ya Habbab, ilet beni Resule.
Zira yanıyor kalbim sırf Onun sevgisiyle.)

Bu hadiseden sonra, bir müddet geçti zaman.
Yandı, tutuştu kalbi, Onun iştiyakından.

Kavuşturması için hemen Resulullaha,
Gece, sabaha kadar dua etti Allah’a.

Ve hazret-i Said’den sual etti o sabah.
Dedi: (Nerde bulunur şu anda Resulullah?

Çabuk ulaştır beni, şerefli huzuruna.
Hizmetinde bulunup, köle olayım Ona.)

Allah’ın Sevgilisi, o dakika, o saat,
Bir evde, Eshabına ediyordu nasihat.

Eshab, her gün görmekle Onun nur cemalini,
Hem dahi işitmekle tesirli sözlerini,

Sonsuz lezzet ve zevkle, kalbleri parlıyordu.
Halden hale dönerek, ruhlar ferahlıyordu.

Said dedi: (Ya Ömer, Resulullah şu anda,
Sohbet buyurmaktadır Eshabı arasında.

Sahabe’den hazret-i Erkam’ın evi vardır.
Öyle zannederim ki, şu anda oradadır.)

Hazret-i Said ile, hazret-i Ömer, hemen,
Resule varmak için çıktılar o haneden.

Büyük bir aşk içinde giderlerken ikisi,
O şerefli hanede, Allah’ın Sevgilisi,

Küffârın cefasından kurtulmak gayesiyle,
İnziva ediyordu bir avuç Eshabiyle.

Evin geliş yoluna, bir gözcü koymuşlardı.
Hepsi, Onun uğruna, can-siper olmuşlardı.

Zira hazret-i Ömer, Ebu Cehl’in vaadine,
Aldanıp, çıkmış idi, o Serverin katline.

Ümit ve sevinç ile bekleşirken kâfirler,
Müminler üzüntüde, endişede idiler.

Lakin onların kalbi, sohbetiyle Resulün,
Temizlenir, nurlanır, şad olurdu gün be gün.

Onların tek arzusu, şu idi ki nihayet:
Halkı, açık olarak etsinler dine davet.

Derlerdi ki: (Ölmeden, söyleseydik bir kere,
Kelime-i tevhidi birlikte, aşikâre.)

O kadar artmıştı ki onların bu arzusu,
Nihayet arz ettiler Resule bu hususu.

Dediler ki: (Ne olur, bize izin veriniz.
Çıkalım bu haneden, bir kerecik hepimiz.

Söyleyelim Tevhidi yüksek bir seda ile.
Gam değil ondan sonra, hepimiz ölsek bile.)

Buyurdu: (Ey Eshabım, asla gam çekmeyiniz.
Bu babta ümitli ve kavi olsun kalbiniz.

Hazret-i İbrahim’i, Nemrud’un ateşinden,
Ve dahi İsmail’i, bıçağın kesmesinden,

Nasıl kurtardı ise, vaktiyle cenâb-ı Hak,
Kurtarır bizi dahi bu cefadan muhakkak.

Yardımı, bizim ile birliktedir Allah’ın.
Bekleyin, biraz sonra ne olacak bir bakın.)


Yol açın kendisine

Resulullah, Eshabın münkesir hallerini,
Öğrenip, bir köşede kaldırdı ellerini.

İmamesini alıp, bir kenara koyarak,
Şöyle niyaz eyledi, Rabbine yalvararak:

(Ya Rabbi, otuzdokuz kişi ki bu müminler,
Sana iman getirmiş kullardır hepsi birer.

Halas et sen bunları kâfirlerin şerrinden.
Kurtar bu müminleri korku ve endişeden.

Şanı yüksek biriyle, kuvvetlendir bu dini.
Sevindir nusretinle, bu bir avuç mümini.)

O anda nazil oldu Cebrail yeryüzüne.
Müjde getirmiş idi, Allah’ın Resulüne.

Dedi: (Ya Resulallah, sen bir dua etmiştin.
Rabbinden, bu din için yardımcı istemiştin.

Kabul etti Rabbimiz senin o dileğini.
Bir kimseyi seçti ki, sağlam eder bu dini.

Rabbimiz buyurdu ki: Ey benim meleklerim!
Bir araya toplanıp, emrime kulak verin.

Saf çekin Beytullahtan, tâ Erkam’ın evine.
Bekleyin, elinizde nurdan tabaklar ile.

Dul olan hatunlara, odun taşımak için,
Kendini, Habibime siper etmesi için,

Bir kimseyi seçtim ki, Ömer’dir onun namı.
Takviye ederim ben, onun ile İslamı.

Düşün onun önüne, yol açın kendisine.
Cennet cevherlerini saçın onun üstüne.

Rabbimiz, meleklere böylece verip emir,
Ömer ibnil Hattab’ı size göndermektedir.

Ya Muhammed, karşı çık, istikbal et Ömer’i.
Zira şimdi yoldadır, yakındır gelmeleri.)

Az sonra heybet ile, geldi Ömer bin Hattab.
Silahlı geldiğini gördüler cümle Eshab.

Onu böyle görünce, korkuya kapıldılar.
Hemen Resulullahın etrafını sardılar.

Lakin hazret-i Hamza, dedi: (Ey ehl-i iman!
Gelen bir kişidir ki, kuvvetliyiz biz ondan.

Eğer hayra geldiyse, hoş geldi, büyük devlet.
Eğer şerre geldiyse, şu kılıç kâfi elbet.

Zira o, kılıcını çekmeden henüz daha,
Başını, şu kılıçla uçururum bir anda.)

Sonra çıktı kapıya, etti ki şöyle hitap:
(Sen ne zannediyorsun bizi ey ibni Hattab?

Biz, Abdülmuttalib’in evladıyız, güçlüyüz.
Bi-iznillah demiri çiğneyip püskürtürüz.

Ar ve namus uğruna, akmıştır çok kanımız.
Resulullah uğruna fedadır canlarımız.

Zafer bulacağını eğer zannediyorsan,
Aldandığını bil de, geri dön, git buradan.)

İşitti Resulullah Hamza’dan bu sözleri.
Buyurdu ki: (Yol verin, giriversin içeri.)

Tebessüm buyurarak istikbal etti o an.
Buyurdu: (Bırakınız, ayrılınız yanından!)

Girdi hazret-i Ömer kılıcı omuzunda.
Diz çöktü edep ile, Resulün huzurunda.
 



Kırk olduk senin ile

Eğdi yere başını Resulden utancından.
Yere düştü kılıcı, hatta omuz başından.

Sonra kolundan tutup, o şerefli Peygamber,
Hemen buyurdular ki: (İmana gel ya Ömer!)

O da, temiz kalb ile, söyleyip şehadeti,
Resulün huzurunda imanla şereflendi.

İman etmesi ile, hem hazret-i Ömer’in,
Kırka çıktı sayısı o anda müminlerin.

Eshab, sevinçlerinden tekbirler getirdiler.
Tekbir sedalarıyla gökleri inlettiler.

Onun imanı ile, yeni güç buldu Eshab.
Zira çok kuvvetli ve güçlüydü İbni Hattab.

(Şu anda kaç kişiyiz?) diye sordu Resule.
Buyurdu ki: (Ya Ömer, kırk olduk senin ile.)

Hazret-i Ömer der ki: İman ettiğim zaman,
Gizli gizli ibadet yapardı her Müslüman.

Buna çok üzülerek, sordum ki o Servere:
(Bizler değil miyiz ki, hak ve doğru üzere?)

Buyurdu ki: (Ya Ömer, elbette, hiç şüphesiz,
Yemin ediyorum ki, hak üzerindesiniz.)

Dedim ki: (Öyle ise, durmayalım bu evde.
Çıkalım, bildirelim dinimizi her yerde.

Lat ve Uzza denilen putlara, bi-gayri hak,
İbadet olunur da aşikâre olarak,

Onsekizbin âlemin Rabbine, Müslümanlar,
Niçin gizli olarak ibadet yapıyorlar?

Madem ki hak mabuda ibadet ediyoruz,
Aşikâre yapalım, kimden çekiniyoruz?

Serbestçe ibadete, kâfirlere nazaran,
Biz, elbet daha haklı ve layığız her zaman.

Allahü teâlânın dini bu memlekette,
Küfre üstün ve galip gelecektir elbette.

Kureyş, bize insaflı davranırsa, ne a’la,
Taşkınlık yaparlarsa, çarpışırız onlarla.)

Ona cevap olarak, Peygamber efendimiz,
Buyurdu ki: (Ya Ömer, sayıca çok azız biz.)

Dedi: (Ya Resulallah, seni bize gönderen,
Allahü teâlâya yemin ederim ki ben,

Kimseden çekinmeden, bu dinimizi artık,
Müşriklerin önünde yapalım açık açık.)

O gün Resul-i ekrem, kabul etti bu fikri.
Ve iki saf halinde topladı müminleri.

Hazret-i Ebu Bekri başkan yaptı birine.
Hazret-i Hamza’yı da geçirdi diğerine.

Cümlesinin önüne, geçti hazret-i Ömer.
Kırk bahtiyar sahabi, Kâbe’ye yürüdüler.

Hepsi adımlarını sertçe yere vurarak,
Gittiler, toprakları un gibi tozutarak.

Kılıçlar ellerinde, yürüdüler heybetle.
Taşmıştı gönülleri iman ve muhabbetle.

Müşrikler, beklerdi ki Kâbe’de şu haberi:
Hattaboğlu gitmiş ve katletmiş Peygamberi.

Lakin bu manzarayı görünce, birden bire,
Düştüler çok büyük bir üzüntü ve kedere.


Beni bilen biliyor

Kâbe’de beklerdi ki o Kureyş kâfirleri,
Gelsin Resulullahın katledilme haberi.

O anda gördüler ki, bir gurup gelenler var.
Önde hazret-i Ömer, ardında Müslümanlar.

Zannettiler ki: Ömer, bütün Müslümanları,
Toplayıp esir etmiş, getiriyor onları.

Lakin cin fikirliydi o alçak Ebu Cehil.
Görünce anladı ki, bu geliş öyle değil.

Korku ve endişeye kapılarak bu sefer,
Uzaktan seslendi ki: (Bu ne haldir ya Ömer?)

Hazret-i Ömer ise, hiç aldırış etmeden,
Kelime-i şehadet getirdi önce hemen.

Ebu Cehil işitip, oldu şaşkın ve bitab.
Sonra hazret-i Ömer, eyledi şöyle hitap:

(Beni bilen biliyor, bilmeyen de bilsin ki,
Hattaboğlu Ömer’im, seçtim İslamiyet’i.

Yerinden tek bir adım kıpırdarsa eğer kim,
Bilsin ki karısı dul, evladı olur yetim!)

Kureyşliler, onun bu sözlerine şaştılar.
Bir anda dağılarak, hemen uzaklaştılar.

Dediler: (Gitti Ömer, Muhammed’in katline.
Öldürmek şöyle dursun, köle olmuş kendine.)

Böyle deyip, geriye döndüler hepsi tekrar.
Ve hazret-i Ömer’in üstüne saldırdılar.

Karşı koydu o dahi, onların herbirine.
Tutup o müşrikleri, çarptı birbirlerine.

Sonra Ebu Cehil’i tuttu ve yere vurdu.
Heybetli cüssesiyle üzerine oturdu.

Sonra parmaklarını sokunca gözlerine,
(İmdat!) diye bağırdı kâfir diğerlerine.

Ona yardım etmeye gelerek hepsi birden,
Güçlükle kurtardılar, onu onun elinden.

Allah’ın Sevgilisi, Eshabıyle ilk kere,
O gün namaz kıldılar Kâbe’de, aşikâre.

Müminlerin kalbleri, şad olmuştu ilk o gün.
Geldi hazret-i Ömer, huzuruna Resulün.

Dedi: (Ya Resulallah, acep zat-ı âliniz,
Kâbe içerisine girmek ister miydiniz?)

(Evet) deyip, onunla ele ele tutuşarak,
Beytullahın içine girdiler ilk olarak.

Kâbe’nin içerisi doluydu putlar ile.
Resulullah, onları gösterip asa ile,

Okudu bir âyet ki, şöyle idi mealen:
(Hak gelince bir yere, bâtıl gider o yerden.)

O putlara hitaben hazret-i Ömer dahi,
Düşünmeden, şunları söyledi bizatihi:

(Ey putlar Peygamberdir bu Muhammed-ül emin.
Siz dahi şahid olup, Allah’a secde edin!)

O böyle söyleyince, o anda bütün putlar,
Yüz üstüne gelerek, hep secdeye vardılar.

O an Hak teâlâdan bir âyet geldi hemen.
Mana-yı şerifi de, şöyle idi mealen:

(Ey Peygamberim, sana, kâfi ve yetişirler,
Allah ve müminlerden sana tâbi kişiler.)
 


 
Bu websitesinin sahibi "Top liste" ekstrasını daha aktive etmemiş!
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol