Ana Sayfa
Video
Galeri
♦♦►Haber
Bütün Gazeteler
Köşe Yazarları
Net Gazete
♦♦►Tarih
Prof.Dr.Ekrem Bugra Ekinci
Tarih Ansiklopedisi
Türk Âlemiyiz
♦♦►Sağlık-Yemek
Sağlık
Pratik Bilgiler
Hekimce.com
Bitkilerin FAYDALARI
♦♦►Dini
Sohbet
E-kitap
Duâlar
Ilahiler
İlahi dinle
Hikâyeler
Menkîbeler
Osman Ünlü
Silsile aliyye
HuzuraDogru.Tv
Sûreler Ve Dûalar
Internet Radyonuz
Kıyâmet Alâmetleri
Muhammed Aleyhisselamın Hayatı
=> Mübarek Nuru
=> Dünyaya Teşrifleri
=> Mübarek Emanet
=> Gençliği ve Evlenmesi
=> Biseti ve Daveti
=> İlk Müslümanlar
=> Habeşistana Hicret
=> Habeşistana İkinci Hicret
=> Hüzün Yılları
=> Miraç Mucizesi
=> Hicret
=> Medine-i Münevvere Devri
=> Bedir Gazası
=> Hazret-i Fatıma'nın Evlenmesi
=> Beni Nadir Yahudileri
=> Fatıma Binti Esed'in Vefatı
=> Reci Vakası
=> Beni Mustalik Gazası
=> Beni Kureyza Yahudileri
=> Hudeybiye Sulhnamesi
=> Davet Mektupları
=> Hayberin Fethi
=> Umret-ül Gaza Seferi
=> Mute Gazası
=> Mekke'nin Fethi
=> Huneyn Gazası
=> Tebük Seferi
=> Veda Haccı
=> Vefatı
=> Hilye-i Saadet
=> Âlemlerin Rahmeti
=> Bazı Mucizeleri
Esma-i Hüsnâ (Anlamlari)
Esma-i Hüsnâ (Faydalari)
Yazar Ömer Çetin Engin
♦♦►Eğlence
Tavsiyeler
Kare Bulmaca
Serbest Yazılar
Enteresan Bilgiler
Biliyor Musunuz ??
Eğitici Oyunlar(Fransizca)
♦♦►Diğerleri
Sesli Tiyatro
İllerimiz
Sitemap
 

.

Vefatı

 
  Beni nasıl buldunuz?
  Siz aradan çekilin
  Cennette arkadaşım
  Resulullah hastalandı
  Kor gibi yanıyordu
  Ağlama ya Eba Bekr!
  Hakkınızı helal edin
  Ya Resulallah, salat!
  Ağlama ya Fatıma!
  Benim derdim bu değil
  Seni nerede arıyayım?
  Melekler de ağlıyor
  Son bir defa görelim
  İşte şimdi rahatladım
  Ehl-i beyt ağlıyor
  Yol gösterdi onlara
  Dudakları kımıldıyordu
 

Beni nasıl buldunuz?

Hicretin onbirinci senesinde, bir daha,
Cibril aleyhisselam, geldi Resulullaha.

Kur’anı, baştan sona etti ona kıraat.
Bir değil, iki defa okudu o gün fakat.

Önceki senelerde gediğinde Cebrail,
Bir defa okuyordu halbuki, iki değil.

Cibril-i emin ile Resule cenâb-ı Hak,
O gün Nasr suresini gönderdi son olarak.

Rabbimiz bu âyette buyurdu ki mealen:
(Sana zafer ve yardım geldiğinden Rabbinden,

Görürsün ki insanlar, Allahü teâlânın,
Dini olan İslam’a girerler akın akın.

O zaman sen Rabbine hamd eyle ve tövbe et.
Çünkü her istiğfarı kabul eder O elbet.)

Peygamber efendimiz, hazret-i Cebrail’den,
Bu ayeti dinleyip buyurdular ki hemen:

(Ya Cebrail, şu anda öyle ki benim zannım,
Yaklaştı bu dünyaya veda etme zamanım.)

Cibril aleyhisselam cevaben bu sözüne,
Bir âyet-i kerime okudu kendisine.

Rabbimiz bu ayette şöyle buyurmaktadır:
(Ahiret, senin için dünyadan hayırlıdır.)

Peygamber efendimiz, Medine’de bulunan,
Sahabeyi, mescide davet etti o zaman.

Bir hutbe okudu ki, onu dinleyenlerin,
Ağlayıp, gözlerinden yaş aktı herbirinin.

Buyurdu: (Ey insanlar, sizin Peygamberiniz,
Olarak beni nasıl buldunuz, söyleyiniz.)

Cümle Eshab-ı kiram, dedi: (Cenab-ı Allah,
Bol bol hayırlar versin sana ya Resulallah!

Çünkü sen, bizim için şefkatli baba idin.
Ve yine yol gösteren bir ağabey gibiydin.

Allahü teâlânın sana lütfeylediği,
Peygamberliğin ile, bu şerefli tebliği,

Hakkı ile yerine getirdin hiç şüphesiz.
Ve bize, bu tebliği tam yaptın, biz şahidiz.

Güzel nasihatınla, bizi Allah yoluna,
İslam’a davet ettin, şahidiz bizler buna.

Allahü teâlâ da, bu yaptığına senin,
En iyi karşılıklar sana ihsan eylesin.)

Sonra da hitab edip sevgili Eshabına,
Buyurdu: (Ey müminler, şimdi Allah aşkına,

Kimin bende bir hakkı var ise, gelip alsın.
Bu dünyada alsın ki, ahirete kalmasın.)

Resulullah, ikinci ve üçüncü defalar,
Bu daveti, üç defa yine tekrarladılar.

O sırada birisi, ayağa kalktı hemen.
Hazret-i Ukaşe’ydi, bu kişi Sahabeden.

Çok yaşlı, pir-i fani idi ki hem de bu zat,
Peygamber-i zişânın yanına vardı bizzat.



Siz aradan çekilin

Resulullah, Eshaba buyurdu: (Kimin benden,
Bir hakkı varsa eğer, gelsin ve alsın hemen.)


Kimse kalkmadıysa da ayağa önceleri,
Daha sonra kalktı ve huzura vardı biri.

Hazret-i Ukaşe’ydi Eshabdan bu mücahid.
Hem pir-i fani olup, çok yaşlıydı o vakit.

Dedi: (Ya Resulallah, anam babam ve canım,
Sana feda olsunlar, benim var sizde hakkım. 

Zira geri dönerken biz Tebük gazasından,
Senin ile, yan yana gelmiş idim bir zaman.

Ben devemden inerek, yanınıza sokuldum.
Mübarek vücudundan, öpmeyi istiyordum.

O zaman kamçı ile, vurdunuz bana birden.
Niçin vurduğunuzu anlamadım ama ben.)

Buyurdu: (Hak teâlâ, seni, Peygamberinin,
Kasıtlı vurmasından muhafaza eylesin.)


Daha sonra Bilal-i Habeşi’ye hitaben,
Buyurdu: (Fatıma’nın hanesine git hemen.

Ukaşe’ye vurduğum kamçı, o hanededir.
Fatıma’dan isteyip, onu al, bana getir.)


Çıktı hazret-i Bilal Resulün mescidinden.
Hazret-i Fatıma’nın evine vardı hemen.

Giderken, hayret ile düşünürdü ki ancak:
Resulullah kendine kısas mı yaptıracak?

Değilse, ne sebepten istedi bu kamçıyı?
Böyle düşünerekten gelip vurdu kapıyı.

O, kapıya çıkınca, dedi ki: (Peygamberin,
Mübarek kamçısını getirip bana verin.)

Fatıma hazretleri, sordu ki ona ancak:
(Ya Bilal, babam onu acaba ne yapacak?)

Hazret-i Fatıma’ya şöyle dedi Bilal de:
(Kısas yaptıracaktır kendisine herhalde.)

Hazret-i Fatıma da, Bilal-i Habeşi’ye,
Dedi: (Kim razı olur söylediğin bu işe?

Ya Bilal, söyle bana, kim vardır ki Eshaptan,
Hakkını, kısas ile alsın Resulullahtan?

Madem ki O istedi, vereyim onu sana.
Fakat haber ilet ki Hüseyin’le Hasan’a,

Her kim Resulullahtan alacaksa hakkını,
O iki torununa yapsın bu kısasını.)

Kamçıyı Fatıma’dan aldı hazret-i Bilal.
Peygamberi zişânın yanına geldi derhal.

Teslim etti kamçıyı Allah’ın Habibine.
O dahi verdi onu, Ukaşe’nin eline.

Hazret-i Ömer ile hazret-i Ebu Bekir,
Bu durumu görünce, oldular müteessir.

Dediler: (Ya Ukaşe, işte biz yanındayız.
O hakkını bizden al, dokunma Ona yalnız.)

Peygamber efendimiz, buyurdu ki o zaman:
(Ya Eba Bekr, ya Ömer, siz çekilin aradan.)
 



Cennette arkadaşım

Resulullah, kamçıyı hazret-i Ukaşe’ye,
Verince, sahabiler düştüler endişeye.

Hazret-i Ebu Bekir ve hazret-i Ömer’den,
Sonra hazret-i Ali ayağa kalktı hemen.

Dedi ki: (Ya Ukaşe, Peygambere vurmana,
Gönlümüz razı değil, o kamçıyı vur bana.

İşte sırtım ve karnım, istersen yüz defa vur.
Ama Resulullaha hiç dokunma, ne olur.)

Peygamber efendimiz görünce de bu hali,
Ona buyurdular ki: (Sen de otur ya Ali!)

Hazret-i Ali dahi oturunca, bu sefer,
Hazret-i Hasan ile Hüseyin de geldiler.

Dediler: (Ya Ukaşe, bilirsin ki sen dahi,
Bizler, Resulullahın torunuyuz vallahi.

Bunun için, istersen yüz defa vur da bize,
Bir defa bile olsun, hiç vurma dedemize.)

O Server buyurdu ki görür görmez bunları:
(Siz dahi oturunuz ey gözümün nurları.)

Hazret-i Ukaşe’ye, o Allah’ın Habibi,
Buyurdu: (Ya Ukaşe, sen de vur bana haydi.)

Ukaşe hazretleri dedi ki: (Ama benim,
Sen vurduğun vakitte, açık idi bedenim.)

O zaman o mübarek sırtlarını açtılar.
Sahabenin cümlesi bu hale ağlaştılar.

Dediler: (Ya Ukaşe, Peygamber-i zişânın,
Mübarek vücuduna şimdi vuracak mısın?)

Herkes merak içinde bekleşirken, bu kere,
Ukaşe hazretleri yaklaştı o Servere.

Mübarek sırtındaki o mühr-ü nübüvveti,
Gözyaşları içinde eğilip öpüverdi.

Dedi ki: (Anam babam, canım sana fedadır.
Sana kısas yapmaya, kimde cesaret vardır?

Mübarek vücuduna vurup seni üzmeye,
Gücü yeten kim vardır zatını incitmeye?)

Resulullah buyurdu: (Hayır, ya vuracaksın,
Yahut da o hakkını, sen bağışlayacaksın.)

Dedi ki: (Bağışladım onu ya Resulallah!
Beni de kıyamette, bağışlar mı ki Allah?)

O zaman Resulullah buyurdu: (Ey insanlar!
Biliniz ki Cennette, bana yar bir kimse var.

Merak ediyorsanız o kişi kimdir diye,
Öyleyse nazar edin, siz şu pir-i faniye.)

Resulullah, Eshaba böyle buyurduğunda,
Hazret-i Ukaşe’ye bakıyordu o anda.

Bilcümle sahabiler ona gıbta ettiler.
Gelip, iki gözünün arasından öptüler.

Dediler: (Ya Ukaşe, sen ne çok bahtiyarsın.
Zira Resulullaha Cennette arkadaşsın.)
 


Resulullah hastalandı

Olmuştu ki hicretin onbirinci senesi,
Ve Safer yirmialtı, günlerden Cumartesi.

Buyurdu Resulullah, cümle sahabilere:
(Bir ordu hazırlansın, çıkmak için sefere.)

Hazret-i Üsame’yi çağırıp huzuruna,
Kumandan tayin etti, Sahabe ordusuna.

Buyurdu: (Ey Üsame, çık Allah’ın ismiyle.
Yürü İslam dinini yüceltmek gayesiyle.

Şam’a ve Filistin’e, oradan Darum’a git.
Baban, o topraklarda olmuştu zira şehid.

Allah’ın izni ile git de o topraklara.
Çiğnet o zalimleri develere, atlara.

Sonra Übnalılara çıkıp gidin oradan.
Saldırın şimşek gibi, haberleri olmadan.

Varacağın yerlere öyle hızlı ve seri,
Git ki, geleceğinden olmasın haberleri.)

Sonra kendi eliyle sancağı bağladı ve,
Hazret-i Üsame’ye verip çıktı minbere.

Buyurdu: (Üsame’nin babası olan Zeyd’i,
Hepiniz bilirsiniz, çok iyi bir kimseydi.

Nasıl kumandanlığa, o çok layık idiyse,
Yine benim katımda, o nasıl sevgiliyse,

Oğlu Üsame dahi emirliğe layıktır.
Onun dahi katımda, büyük değeri vardır.)

Üsame, ordusuyla vardı Cürf menziline.
Eshabın büyükleri tâbiydi kendisine.

Hazret-i Ebu Bekir, hazret-i Ömer, Osman,
Hazret-i Üsame’nin emrindeydi o zaman.

Üsame hazretleri çıkmak için sefere,
Geldi Resulullaha veda etmek üzere.

Vedalaşıp, ordunun başına geçti hemen.
Gazaya çıkmak için harekete geçerken,

Annesi tarafından, kendisine bir haber,
Geldi ki: (Şu sırada, hastalandı Peygamber.)

Safer yirmisekizi takvimler gösterirken,
Sıtmaya yakalandı Resulullah aniden.

Bu haberi alınca Üsame hazretleri,
Ziyaret etti tekrar, evinde o Serveri.

Abdullah ibni Mes’ud anlatır ki: O günde,
Bazımız toplanmıştık o Serverin önünde.

Bize bakıp, o kadar ağladı ki hüznünden,
Akardı gözyaşları, hep mübarek yüzünden.

Sonra buyurdular ki: (Merhaba ey Eshabım!
Sizi, her sıkıntıdan hıfz eylesin Allah’ım.

Rızkınıza bereket ve hayır versin size.
Hepimiz bir gün elbet döneriz Rabbimize.)

Dedik: (Ya Resulallah, ne için hazretiniz,
Eceliniz yaklaşmış gibi söz edersiniz?)

Buyurdu: (Veda vakti yaklaştı bu dünyaya.
Artık yakın olurum Allahü teâlâya.)
 



Kor gibi yanıyordu

Yirmisekiz Safer’de o Server-i enbiya,
Yakalandı aniden şiddetli bir sıtmaya.

Ateşi, gün geçtikçe daha yükseliyordu.
Hastalığın şiddeti, ziyadeleşiyordu.

Lakin ağrılarının azaldığı bir gece,
Yatağından kalkarak, giyindiler hemence.

Onu öyle görünce Aişe validemiz,
Dedi: (Ya Resulallah nereye gidersiniz?)

Buyurdu: (Ya Aişe, emir aldım Rabbimden.
Baki kabristanına gideceğim şimdi ben.

Gidip, o kabristanda yatanlara, bu gece,
İstiğfar edeceğim bu emir gereğince.)

Ebu Rafi’i dahi alaraktan yanına,
Çıkıp gitti hemence Baki kabristanına.

Orada, uzun uzun duada bulundular.
Onların affı için Allah’a yalvardılar.

Sonra buyurdular ki: (Rabbim, beni şu anda,
Seçmekte serbest kıldı iki şey arasında.

Bütün nimetleriyle dünya ile ahiret,
Arz edilip, dendi ki, birisini tercih et.

Allahü teâlâya vasıl olmak için ben,
Ahiret nimetini seçtim bu ikisinden.)

Sonra mescide gelip, buyurdu: (Ey Eshabım!
Sizi, Kevser havuzu başında karşılarım.

En önce ben varırım Allah’ın izni ile.
Buluşma mahallimiz orasıdır sizinle.

Siz, İslam’dan ayrılır ve müşrik olursunuz,
Diye hiç korkmuyorum, buna emin olunuz.

Ve lakin bir hususta korkuyorum ki yine,
Yarın kapılırsınız dünya nimetlerine.

Bu yüzden kıskanarak birbirlerinizi siz,
Ve hatta bu sebepten öldürebilirsiniz.)

Sonra ağırlaşınca hastalığı Resulün,
Saadethanesine teşrif eyledi o gün.

Harareti, git gide ziyadeleşiyordu.
Yatakta hep bu yüzden yer değiştiriyordu.

Ebu Said-i Hudri anlatır ki: Bir kere,
Ziyaret maksadıyla gitmiştim o Servere.

Sıtmanın sıcaklığı, üstündeki örtüden,
Dışarı çıkıyordu, hissettik bunu hemen.

O Server bize bakıp, buyurdu: (Ey insanlar!
Peygamberlere gelir en şiddetli belalar.

Ve lakin Peygamberler, gelince bela ve dert,
Bir nimet gelmiş gibi sevinirler begayet.

Hatta sizin nimete sevinmenizden fazla,
Sevinir o büyükler daha büyük bir hazla.)

Ümmü Bişr bin Bera da anlatıyor ki yine:
(Bir gün, Resulullahın gittim ziyaretine.

Baktım, ateş içinde yatakta yatıyordu.
Hararetten, vücudu kor gibi yanıyordu.)
 


Ağlama ya Eba Bekr!

Ümmü Bişr, o Serveri ettiğinde ziyaret,
Gördü, Resulullahın ateşi yüksek gayet.

Dedi: (Ya Resulallah, fedadır sana canım.
Böyle yüksek ateşe, ben asla rastlamadım.)

Buyurdu: (Ey Ümmü Bişr, çok olması ateşin,
Çok olması içindir, bana sevap ve ecrin.

Bir yıl önce, Hayber’de yemiştim zehirli et.
Ondan geldi husule bendeki bu hararet.

O zehrin acısını, ben her zaman duyardım.
Sanki koparılıyor şimdi aort damarım.)

Resulün hastalığı, şiddetleniyordu hep.
Çok üzülüyorlardı müminler bundan sebep.

Acele toplanarak, Aliyyül Mürteza’yı,
Sormaya gönderdiler Resul-i müctebayı.

O Server, işaretle ona şöyle sordular:
(Ya Ali, benim için Eshabım ne diyorlar?)

Dedi ki: (Resulullah giderse aramızdan,
Diye üzülüyorlar, rahatları yok şu an.)

Hakikaten Resulün ateşi, günden güne,
Artınca, bir üzüntü çökmüştü üstlerine.

Şaşkın bir vaziyette mescide geldi hepsi.
Haber aldı bunu da Allah’ın Sevgilisi.

Zorlukla teşrif edip şerefli mescidine,
Şöyle hitab eyledi Sahabe-i güzine:

(Ey Eshabım, duydum ki bugünlerde hepiniz,
Ölümümü düşünüp, kederlenirmişsiniz.

Kavmiyle sonsuz kalan var mı ki bir Peygamber,
Ben de sonsuz kalayım sizin ile beraber.

Yalnız Hak teâlâdır, âlemde baki olan.
Her fani, elbette ki ölecektir bir zaman.

Ben de, her fani gibi öleceğim elbette.
Sonsuz kavuşacağım Rabbime ahirette.

Ey Ensar, şunu size edeyim ki vasiyet,
Sizler Muhacirine edin tazim ve hürmet.)

Sonra da seslendi ki Muhacir olanlara:
(İyilik, ihsan edin sizler dahi Ensara.

Onlar, size vaktiyle çok iyilik yaptılar.
Kendi hanelerinde sizi barındırdılar.

Her kim hakim olursa, içinizden Ensara,
Kusurunu affedip, ihsan etsin onlara.)

Sonra da buyurdu ki: (Bir kulu, cenâb-ı Hak,
Dünyada kalmak ile, kendisine kavuşmak,

Arasında, tercihi bıraktı kendisine.
Rabbine kavuşmayı istedi o kul yine.)


Hazret-i Ebu Bekir, Resulün bu sözünden,
Vefat edeceğini yakinen sezdi hemen.

(Ya Resulallah, sana canımız olsun feda!)
Deyip, üzüntüsünden başladı ağlamaya.

O Server de üzülüp, dedi: (Ya Eba Bekir!
Ağlama, zira buna sabretmek lazım gelir.)
 

Hakkınızı helal edin

Peygamber-i zişânın vefat edeceğine,
Cümle Eshab üzülüp, düştü keder içine.

Hazret-i Ebu Bekir, bunu sezip evvela,
Derin üzüntüsünden başladı ağlamaya.

Resulün gözünden de, o an yaş akıyordu.
Sahabe-i kirama bakıp şöyle buyurdu:

(Din-i İslam yolunda, sıdk ile ey Eshabım!
Malını feda eden Sıddık’tan çok razıyım.

Bu ahiret yolunda bir arkadaş edinmek,
Eğer mümkün olsaydı, seçerdim onu elbet.)

Hutbesini bitirip, minberden indi yine.
Hazret-i Aişe’nin teşrif etti evine.

Ağlamaya başladı cümle Eshab-ı kiram.
Bunu duyup üzüldü Resul aleyhisselam.

Ali bin Ebi Talip ve Fadl’ın kollarına,
Girip, geldi tekrardan Eshabının yanına.

En alt basamağına oturup minberinin,
Eshabına, şöylece nasihat etti o gün.

(Ey Eshabım, siz dahi bana kavuşursunuz.
Tam Kevser havuzunun başında buluşuruz.

Ey müminler, bilin ki, kim günah işlerse hep,
Rızkının darlığına bu hali olur sebep.

İtaat ederlerse Allah’a eğer kullar,
Valiler de, onlara şefkatli davranırlar.

Fısk, fücur ve taşkınlık yaparlar ise şayet,
Valilerinde dahi, bulunmaz hiç merhamet.

Hayatım, sizin için nasıl hayırlı ise,
Ölümüm de hayır ve rahmettir hepinize.

Eğer ben bir kimseyi, haksız yere dövmüşsem,
Veyahut bir kimseye, fena söz söylemişsem,

Onun da, aynı sözü bana söylemesine,
Haksız bir şey almışsam, geri istemesine,

Yani benden hakkını almasına razıyım.
Ve helallaşmak için, karşınızda hazırım.

Çünkü dünya cezası, ahiret azabından,
Hafif olup, kurtulmak kolaydır bugün bundan.)

Hutbesinin sonunda buyurdu: (Ey Eshabım!
Sizi, Hak teâlânın hıfzına ısmarladım.)

Bu şekilde buyurdu ve indi minberinden.
Kendi odalarına çekildi sonra hemen.

Şiddetli ağrıların olduğu bir gün yine,
Topladı Sahabeyi mescid-i şerifine.

Buyurdu: (Ey Eshabım, benim sizden ayrılık,
Zamanım, bu aralar pek yakınlaştı artık.

Kimin benden bir hakkı var ise, gelip alsın.
Şimdi ödiyeyim de, ahirete kalmasın.

Yahut helal etsin ki hakkını o Müslüman,
Kavuşayım Rabbime ben de borcum olmadan.)


Sonra minberden inip, teşrif etti evine.
Ve sonra hastalığı çoğaldı günden güne.


Ya Resulallah, salat!

Resulün vefatına üç gün kalmıştı artık.
O günlerde, daha da ağırlaştı hastalık.

Öyle ki, çıkamadı mescide odasından.
Namaz kıldıramadı Eshabına o zaman.

İlk gelmediği vakit, yatsı namazı idi.
Ve Bilal-i Habeşi, yine eskisi gibi,

Resulün kapısına gelerek yine bizzat,
Şöyle nida etti ki: (Ya Resulallah, salat!)

Peygamber efendimiz duyduysa da Bilal’i,
Lakin çıkıp gitmeye hiç yok idi mecali.

Rivayet edilir ki hazret-i Aişe’den:
O vakit hastalığı ağır idi gerçekten.

Bana buyurdular ki: (Söyleyin Ebu Bekre.
Eshabıma namazı, o kıldırsın bu kere.)

Dedim ki: (Anam babam, canım sana fedadır.
Babamın şu aralar, çok üzüntüsü vardır.

O, seni makamında görmezse varıp şayet,
Ağlamaktan, kıraat edemez hiçbir âyet.

Emir buyursanız da Ömer ibnil Hattab’a,
İmam olup, namazı o kıldırsa Eshaba.)

Tekrar buyurdular ki Resul aleyhisselam:
(Ebu Bekre söyleyin, Eshaba olsun imam.)

Bu durum üzerine hazret-i Ebu Bekre,
Resulün bu emrini ilettiler bu kere.

Bu haberi alınca hazret-i Ebu Bekir,
Dedi: (Resulün emri, baş göz üzerinedir.)

Bir heyecan içinde geçiverdi mihraba.
Baktı ki yerinde yok o Resul-i mücteba.

Kalbinden vurulmuşa döndü üzüntüsünden.
Aklı gidecek gibi oldu hem bu hüzünden.

Ağlayıp, gözlerinden başladı yaş akmaya.
Onu görüp, Eshab da başladı ağlamaya.

Bunu Resul de görüp, oldu çok müteessir.
Sordu: (Bu ağlamalar, feryatlar acep nedir?)

Bu hale çok üzülüp, yardım ile kalktılar.
Güçlükle Eshabının arasına vardılar.

Şöyle buyurdular ki Eshabına nihayet:
(Allahü teâlâya ettim sizi emanet.

Takva üzere olup, korkun Hak teâlâdan.
Artık ayrılıyorum yakında bu dünyadan.)

Hazret-i Ebu Bekir, geçerek imamete,
Onyedi vakit namaz kıldırdı cemaate.

Bir gün Resul-i ekrem, vücudunda hafiflik,
Hissedip, yardım ile mescide gelmişti ilk.

Hazret-i Ebu Bekir, görünce Peygamberi,
Sevinip, istedi ki çekilsin kendi geri.

Lakin Peygamberimiz, işaret ile ona,
(Yerinde dur!) diyerek, teşrif etti yanına.

Hazret-i Ebu Bekrin sol yanında durarak,
Kıldırdı o namazı Eshaba son olarak.



Ağlama ya Fatıma!

Üç gün kalmış idi ki Resulün vefatına,
Cibril aleyhisselam geldi huzurlarına.

Dedi: (Ya Resulallah, Rabbin selam ediyor.
Habibim nasıl oldu diye hatır soruyor.)

Hazret-i Cebrail’in sualine cevaben,
Resulullah, (Mahzunum) buyurdu ona hemen.

O günlerde Resule, hediye kabilinden,
Birkaç altın gelmişti Sahabenin birinden.

Resulullah görünce o gelen altınları,
Buyurdu ki: (Dağıtın fukaraya onları.)

Götürüp dağıttılar şehrin fakirlerine.
Velakin ellerinde bir miktar kaldı yine.

Aliyyül Mürteza’ya buyurdular ki hemen:
(Sen de bu altınları, götür dağıt tamamen.)

Vefattan bir gün önce idi ki, Resulullah,
Mescid-i şerifine teşrif etti o sabah.

Gördü ki, Ebu Bekr-i Sıddık’ın arkasında,
Sahabiler saf tutmuş, namaz kılar ardında.

Bu hale sevinerek, tebessüm buyurdular.
Kendi de en son safta, Ebu Bekre uydular.

Eshab, Resulullahı gördü selam verince.
Hastalık geçti sanıp, gark oldular sevince.

Lakin Peygamberimiz, odasına girdiler.
Bundan sonra bir daha namaza gelmediler.

Bir müddet istirahat ederek, sonra yine,
Aliyyül Mürteza’yı çağırdı hanesine.

Başını, kucağına koyuverdi Ali’nin,
Fakat çok değişmişti rengi nur cemalinin.

Hazret-i Fatıma da görünce Onu böyle,
Geldi oğullarının yanına üzüntüyle.

Ellerinden tutarak, ağladı için için.
Dedi: (Bizi kimlere bırakıp da gidersin?

Ey babam, canım babam, sana can feda olsun.
Hasan ve Hüseyin’i kime bırakıyorsun?

Vay babam, senden sonra nice olur halimiz?
Senden sonra, kimlere bakar bu gözlerimiz?)

Duyunca Resulullah kızının sözlerini,
Hafifçe araladı mübarek gözlerini.

Ve dua eyledi ki Allahü teâlâya:
(Sen sabır ihsan eyle ya Rabbi Fatıma’ya.)

Ve mübarek kızına buyurdu ki o zaman:
(Ey kızım, can çekişme halinde şimdi baban.)

Kendisine bunları söyleyince babası,
İçli iniltilerle çoğaldı ağlaması.

Hazret-i Ali ise, dedi ki: (Ey Fatıma!
Sus, baban üzülüyor, daha fazla ağlama.)

Peygamber efendimiz Onun bu dediğini,
İşitip, ikaz etti hemence kendisini.

Buyurdu ki: (Ya Ali, ilişme Fatıma’ya.
Bırak, babası için ağlasın biraz daha.)



Benim derdim bu değil

En son nefeslerini alıyorken o Server,
Girdi hazret-i Ali, huzuruna bu sefer.

Dedi: (Ya Resulallah, siz vefat ederseniz,
Gaslinizi kim yapar ve nasıl kefenleriz?

Cenaze namazını kim kıldırır o zaman?
Mübarek kabrinize, kim indirir sonradan?)

Buyurdu ki: (Ya Ali, beni sen gasledesin.
Fadl ibni Abbas dahi, sana yardım eylesin.

Gasl işi bitince de, kefenlersiniz hemen.
Cibril de, güzel koku alır gelir Cennetten.

Daha sonra, mescide götürünüz naşımı.
Ama, önce melekler kılacak namazımı.

Eshabım, daha sonra namazı eda etsin.
Ama sizden hiç kimse, benden öne geçmesin.)

Peygamber efendimiz söylerken bu sözleri,
Hazret-i Azrail de giriverdi içeri.

Önce selam vererek, dedi: (Ya Resulallah!
Sana selam gönderdi ve buyurdu ki Allah:

İlk önce, hazretinden müsaade isteyeyim.
Eğer iznin olursa, ruhunu kabzedeyim.

Müsaadeniz olmazsa, giderim dönüp yine.
Bu hususta ben senin muntazırım emrine.)

Buyurdu: (Ey Azrail, acele etmeyesin.
Ruhumu kabzetmeden, kardeşim Cibril gelsin.)


Dedi: (Ya Resulallah, o şimdi göklerdedir.
Melekler, kendisini taziye etmektedir.)

O Server, Azrail’le konuşurken o ara,
Cibril aleyhisselam geldi Resulullaha.

Buyurdu: (Ey Cebrail, ben göçerim dünyadan.
Ne müjdeler getirdin bana Hak teâlâdan?)

Dedi: (Ya Resulallah, hatırı şerifine,
Hoş gelecek müjdeler getirdim hazretine.

Melekler süslediler Cennetin her yerini.
Sevinçle bekliyorlar, şu anda teşrifini.)

Buyurdu ki: (Bu haber, güzeldir ey Cebrail!
Lakin benim hatırım, bunun ile hoş değil.

Allahü teâlâya mahsustur bütün hamdler.
Bana sen, bundan başka bir müjde haberi ver.)

Dedi: (Cümle Nebiler, hem dahi ümmetleri,
Yasaktır senden önce, Cennete girmeleri.)

Buyurdu: (Bununla da müsterih olmuyorum.
Rabbimden, daha başka müjdeler umuyorum.)

Dedi: (Ya Resulallah, hem şefaat ve kevser,
Ve makam-ı mahmud’u sana etti müyesser.)

O Server buyurdu ki: (Benim derdim bu değil.
Benden sonra Kur’anı kim okur ya Cebrail?

Düşüncem ümmetimdir, onlar çok zaiftirler.
Sen bana, ümmetimin hallerinden haber ver.

Olmazsa işe yarar taat ve amelleri,
Kıyamet şiddetinde nice olur halleri?)



Seni nerede arıyayım?

Çok az kalmış idi ki Resulün vefatına,
Bir ara melek-ül mevt geldi Resul katına.

Rabbimiz, Azrail’e buyurdu ki o vakit:
(En güzel bir suretle, bu gün Habibime git.

Eğer izin verirse, ruhunu yumuşak al.
Ama izin vermezse, geri dön yine derhal.)

O da girip çok güzel bir insan suretine,
Geldi Resulullahın hanesinin önüne.

Dışardan seslenerek içeri girmek için,
Ehl-i beyt-i Resulden istedi şöyle izin:

(Esselamü aleyküm ey hane sakinleri!
İzin verir misiniz, ben gireyim içeri?)

Fatıma, bu ses ile çıkıp baktı bu sefer.
Gördü ki biri gelmiş, içeri girmek ister.

Dedi ki: (Resulullah, hali ile meşguldür.
İçeri girmenize maalesef izin yoktur.)

İzin istediyse de melek-ül mevt tekrardan,
Aldı aynı cevabı hazret-i Fatıma’dan.

Bu sefer yüksek sesle ve heybetli olarak,
Dedi: (Müsaadenizle girmem lazım muhakkak.)

Allah’ın Sevgilisi uyandı bu seslerden.
Sordu ki: (Ya Fatıma, kimdir öyle seslenen?)

Arz etti ki: (Bir kimse, gelmiş sizi görmeye.
Bizden izin istiyor içeriye girmeye.

Özür beyan eyledim, gitmiyor lakin geri.
Ve diyor ki, mutlaka girmem lazım içeri.)

Buyurdu: (Ya Fatıma, kimdir o bilir misin?
O, lezzetleri yıkan melektir, söyle girsin.

O, çocukları yetim, kadınları dul eder.
Onunla evler harab, mamur olur kabirler.)

Fatıma hazretleri, bunları babasından,
Duyunca, fevkalade kederlendi o zaman.

Bu büyük ızdırapla başladı ağlamaya.
Eğildi babasının mübarek kulağına.

Ve sual eyledi ki: (Ey canım babacığım!
Seni, mahşer yerinde, nerede bulacağım?)

Buyurdu ki: (Kevser’in başında beni ara.
Orada su veririm gelen Müslümanlara.)

Fatıma hazretleri, sordu yine: (Ey babam!
Nerede arıyayım orada bulamazsam?)

Buyurdu ki: (Mizan’ın yanına gideceğim.
Orada, ümmetime şefaat edeceğim.)

Sordu ki: (Orada da bulamazsam eğer ki,
Seni, hangi mahalde bulurum o gün peki?)

Buyurdu ki: (Sırat’ın kenarında olurum.
Ümmetim geçtiğinde, yardımda bulunurum.)


Sordu yine: (Ey babam, olmazsan orada da,
Nerede arıyayım hazretini orada?)

Buyurdu: (Cehennemin yanında ara beni.
O ateşe düşmekten, korurum ümmetimi.)




Melekler de ağlıyor

Resulullah, alırken en son nefeslerini,
Ve verirken Eshaba son nasihatlerini,

Fatıma hazretleri, kenarda ağlıyordu.
Gözlerinden sel gibi yaşlar akıtıyordu.

O Server, çok üzülüp onun ağladığına,
Çağırdı kendisini ve oturttu yanına.

Buyurdu ki: (Ey kızım, ağlama, beni dinle.
Gökte, melekler bile ağlıyorlar seninle.)

Fatıma hazretleri, dinledi babasını.
Ağlamayı bırakıp, sildi gözü yaşını.

Sonra buyurdular ki: (Bunlar son üzüntüler.
Bundan sonra babana, olmaz başka bir keder.

Zira kurtulmaktadır bu mihnet diyarından.)
Ve hazret-i Ali’ye buyurdu ki o zaman:

(Ya Ali, zimmetimde bil ki filan kimsenin,
Şu kadar malı vardır, sen onu ödeyesin.

Kevser havzı başında, benimle ilk olarak,
Görüşecek kişi de, sen olursun muhakkak.

Sana, çok sıkıntılar gelecek benden sonra.
Lakin sabretmelisin sen o sıkıntılara.

İnsanlar, bu dünyaya meylettiğinde yarın.
Ahireti tercih et, sen aksine onların.)

Üsame hazretleri giriverdi o vakit.
Ona buyurdular ki: (Haydi sen savaşa git.)

Vefat etme zamanı yaklaşmıştı iyice.
En son nefeslerini veriyordu böylece.

O gün, Resulullaha geldi Cibril-i emin.
Dedi: (Selam ediyor sana Rabbil âlemin.

Buyurur ki: Habibim istiyor ise şu an,
Derhal şifa vereyim, kurtulsun hastalıktan.

Dilerse, ileteyim ahiret âlemine.
Muntazırdır melekler, şimdi Onun emrine.)

Buyurdu: (Ey Cebrail, kendisine bıraktım.
O nasıl diler ise, odur benim muradım.)

Sonra, işaret ile emredip haziruna,
Hazret-i Fatıma’yı çağırdı huzuruna.

Sinesine çekerek, bir şeyler dedi önce.
Ağlamaya başladı o bunu öğrenince.

Az sonra, bir şey daha söyleyince o Server,
Ağlamayı bırakıp, gülüverdi bu sefer.

Aişe validemiz, görüp onun halini,
Merak edip, hemence sordu şu sualini:

(Ya Fatıma, şaşırdım, taaccüp eyledim pek.
Olur mu bir arada hem ağlamak, hem gülmek?)

Dedi ki: (Önce babam, vefat edeceğini,
Söyleyince, üzülüp ağlama tuttu beni.

Sonra da buyurdu ki, (Ağlama ya Fatıma!
Ehl-i beytten ilk önce, sen gelirsin yanıma.)

Bu müjdeli haberi duyunca kendisinden,
Ağlamayı bırakıp, gülüverdim sevinçten.)
 



Son bir defa görelim

O Serverin torunu hazret-i Hasan dahi,
Resulün huzuruna gelerek bizatihi,

Dedi: (Ey dedeciğim, senin ayrılığına,
Kimler nasıl sabreder, nasıl dayanır buna?

Senden sonra Eshabın ve bütün Müslümanlar,
O güzel ahlakını nerelerde bulurlar?)

O, bunları söyleyip, ağladı sonra hatta.
Onu görüp ağladı ezvac-ı tahirat da.

Dışarıda, Eshabın ileri gelenleri,
Bu sesleri duyunca, dağlandı gönülleri.

Zira öğrendiler ki, şiddetlenmiş hastalık.
Onlar da ağlamaya başladı hepsi artık.

Dediler ki: (Ne olur, açınız da kapıyı,
Görelim son bir defa Resul-i müctebayı.)

Bunu, Resul-i ekrem içeriden duydular.
(Kapıyı açın!) diye, işaret buyurdular.

Sahabe-i kiramın ileri gelenleri,
Hepsi, yaşlı gözlerle girdiler hep içeri.

Resulullah buyurdu: (Ey Eshabım, şimdi siz,
Halkın en üstünü ve şereflilerisiniz.

Sizden sonra dünyaya, her kim gelirse gelsin,
Yine yarın Cennete, siz girersiniz ilkin.

Siz, Kur’an-ı kerimi edinin rehber, imam.
Dinin hükümlerine ittiba eyleyin tam.)

Sonra, (Tebliğ ettim mi ya Rabbi?) buyurdular.
Ve peşinden mübarek gözlerini yumdular.

Aliyyül Mürteza’nın bir göz işaretiyle,
Dışarıya çıktılar hepsi gözyaşlarıyle.

Aişe validemiz içeri girdi o an.
Bir nasihat istedi Peygamber-i zişandan.

(Ya Aişe, evinin köşesinde oturup,
Kendini muhafaza eyle) 
diye buyurup,

Yatağının içinde başladı ağlamaya.
Mübarek gözlerinden başladı yaş akmaya.

Ümmü Seleme dahi üzülüp oldu mahzun.
Dedi: (Ya Resulallah, ne için ağlıyorsun?)

Buyurdu: (Şu sebepten ağlarım ki şu zaman,
Rabbimiz, ümmetime merhamet etsin ihsan.)

Güneş hayli yükselmiş, tepeye yaklaşmıştı.
Resulün vefatına çok az zaman kalmıştı.

Artık son anlarını yaşıyordu o saat,
Yine de Eshabına ediyordu nasihat.

Buyurdu: (Kölelere merhametli olunuz.
Elbiseler giydirip, onları doyurunuz.

Onlarla konuşurken, olun gayet yumuşak.
Ve beş vakit namaza, devam edin muhakkak.

Kadınlarınız ile, köleler hakkında hem,
Allahü teâlâdan korkunuz yine her dem.)

Sonra buyurdular ki: (Ya Rabbi beni affet.
Beni, refik-i a’la zümresine dahil et.)


İşte şimdi rahatladım

Peygamber efendimiz, henüz vefat etmeden,
Cebrail şu müjdeyi getirdi Ona hemen:

(İlk defa sen şefaat edersin kıyamette.
Ve senin şefaatin kabul olur elbette.)

Buyurdu ki: (Allah’a aittir bütün hamdler.
Sen bana, daha başka bir müjdeli haber ver.)

Cibril arz eyledi ki Resul-ü müctebaya:
(Ne hususta müjdeler istersiniz acaba?)

Buyurdu: (Ümmetimdir endişem benim bütün.
Sen, onların hakkında müjde ver bana bugün.)

Cibril aleyhisselam arz etti ki: (Onların,
Büyük günahlarını affeder Allah yarın.)

Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Şu anda,
İki muradım vardır Hak teâlâ katında.

Biri, mahşer yerine geldiğinde ümmetim,
Günahkâr olanlara şefaat eyleyeyim.

Öbürü, Pazartesi ve Perşembe günleri,
Bana da arzedilsin onların amelleri.

İyi amellerini görüp dua ederim.
Günahları için de, Rabbimden af dilerim.)

Rabbimiz kabul edip Onun bu dileğini,
Ferahlattı böylece Habibinin kalbini.

Ve şöyle buyurdu ki Rabbimiz Cebrail’e:
(Habibimin ümmeti çok günah yapsa bile,

Ölmeden bir yıl önce, eğer tövbe etseler,
Bütün günahlarını silerim, kalmaz eser.)

Buyurdu ki: (Ey Cibril, arz eyle de Allah’a,
Bu tövbe müddetini kısaltsın biraz daha.)

Rabbimiz buyurdu ki: (Bir hafta evvelinden,
Tövbe eden kulumu, affederim tamamen.)

Buyurdu ki: (Ey Cibril, fazladır bir hafta da.
Ümidim şöyledir ki, kısaltır biraz daha.)

Hak teâlâ buyurdu: (Bir gün önce ölmeden,
İstiğfar edenleri affederim ben hemen.)


Buyurdu ki: (Ey Cibril, fazladır bir gün dahi.
Rabbimden rica et ki, kısaltsın bu vadeyi.)

Hak teâlâ buyurdu: (Bir saat önce bile,
Tövbe eden kimseler, affolur tamamiyle.)

Buyurdu: (Bir saat da uzundur ey Cebrail!
Bu babta benim kalbim, yine de rahat değil.)

O zaman buyurdu ki Cibril’e Hak teâlâ:
(Ey Cibril, Habibime şunu söyle pekala:

Celalim hakkı için, ümmetinden bir kimse,
Ömrünün tamamını günahta geçirirse,

Sonunda pişman olup, lakin gelse eceli,
Kalbinden tövbe edip, söyleyemese dili,

Anadan doğmuş gibi affederim onu ben.
Bütün günahlarından temizlenir tamamen.)

Buyurdu: (İşte şimdi rahatlattın sen beni.
Ey Azrail yakın gel, icra et vazifeni.)
 

Ehl-i beyt ağlıyor

Peygamber efendimiz, son nefesinde bile,
Ümmetini düşündü büyük merhametiyle.

O zaman Hak teâlâ buyurdu: (Ey Habibim!
Ümmetine şefkati, kalbine getiren kim?)

Buyurdu ki: (Sen verdin elbette bu şefkati.
İsterim, görmesinler ahiret meşakkati.)

Buyurdu: (Bana bırak onları ey Habibim!
Senden, bin kat fazladır onlara muhabbetim.)

Peygamber efendimiz, müsterih oldu o an.
Ümmeti hususunda kurtuldu bu tasadan.

Melek-ül mevte bakıp buyurdu ki nihayet:
(Yakın gel ey Azrail, vazifeni icra et.)

Okuyup daha sonra kelime-i tevhidi,
Peşinden, (Ey Allah’ım, refik-i a’la!) dedi.

Melet-ül mevt, Resulün izni, müsaadesiyle,
Mübarek ruhlarını başladı kabzetmeye.

Resulün benzi bazen kırmızı oluyordu.
Bir müddet öyle kalıp, sonra sararıyordu.

Buyurdu: (Ümmetimin ruhlarını da acep,
Böyle çok şiddetli ve zorla mı alırsın hep?)


Dedi: (Ya Resulallah, sayısız canlar aldım.
Hiç kimsenin ruhunu, böyle kolay almadım.)

Buyurdu: (Ümmetime yapacağın şiddeti,
Bana yap ki, onların azdır mukavemeti.)

Kelime-i tevhidi okuyup sonra yine,
Yükseldi temiz ruhu, a’la-yı illiyyine.

Cibril aleyhisselam, Sevgili Peygambere,
Veda edip giderken şöyle dedi son kere:

(Esselamü aleyküm ey Allah’ın Habibi!
Sendin benim dünyada tek maksadım tabii.

Sen, madem ki dünyadan gidiyorsun Allah’a,
Ben dahi yeryüzüne gelmem artık bir daha.)

Vakta ki ahirete göç eyledi o Server,
Ağlamaya başladı ehl-i beyt ve zevceler.

O esnada, bir nida işitildi gaibten:
Ehl-i beyti Resule bir selam verdi hemen.

Ve dedi: (Biliniz ki, her canlı ölecektir.
Sabredin, bunun ecri size verilecektir.)

Sonra teselli edip, dedi ki: (Ey ehl-i beyt!
Bir musibet gelince sabretmek lazım elbet.

Allahü teâlânın fadlına güveniniz.
Bu bela karşısında feryat eylemeyiniz.

Zira sabredilmezse bir bela geldiğinde,
Ecrine kavuşulmaz, yarın mahşer yerinde.

Asıl şu kimsedir ki, musibete uğrayan,
Belaya sabretmeyip, mahrum kalır sevaptan.)

Ehl-i beyt, gayet açık işittiler bu sesi.
Ve onun selamına cevap verdi cümlesi.

(Hazret-i Hızır) idi onlara nida eden.
Böylece Resulullah ayrıldı bu âlemden.
 


Yol gösterdi onlara

Resulullah göçünce ahiret âlemine,
İnanmadı Sahabe Resulün öldüğüne.

Ehl-i beyt ve Sahabe, başladı ağlamaya.
O günkü üzüntüyü, güç yetmez anlatmaya.

Aişe-i Sıddika ve ezvac-ı tahirat,
Ağlayınca, bir anda şaşırdı cümle Eshap.

Ve ne olduklarını hiç fark edemediler.
Hepsi, beyinlerinden vurulmuşa döndüler.

Kimi konuşamadı, aklı gitti kiminin.
O günkü üzüntüsü, sonsuzdu herbirinin.

Ali bin Ebi Talip, duyunca bunu hatta,
Hareket edemeyip, ölü oldu adeta.

Hazret-i Osman dahi konuşamadı o an.
Hazret-i Ömer’in de aklı gitti başından.

Kılıcını çekerek, dedi: (Dinleyin beni!
Keserim şu kılıçla Resul öldü diyeni.)

Eshab bu halde iken, şaşkın ve müteessir,
Yetişti Hızır gibi hazret-i Ebu Bekir.

Sevgili Peygamberin evine girdi hemen.
Örtüsünü kaldırıp, öptü aln-ı pakinden.

Ve anladı Resulün dünyadan göçtüğünü.
Ağlayıp, nur yüzüne sürdü yüz ve gözünü.

Ve gördü ki, her yeri ve mübarek cemali,
Çok latif ve parlıyor, nur saçan (Ay) misali.

Dedi ki: (Anam babam, yoluna olsun feda.
Sanki hayatın gibi, ne hoştur mematın da.)

Ve mübarek yüzünün örtüsünü örterek,
Ehl-i beyti Resulü teselli eyledi pek.

Sonra çıktı dışarı Resulün hanesinden.
Ve doğruca mescid-i Nebiye geldi hemen.

Gördü ki, Sahabenin hepsi şaşkın ve bitkin.
Kimi konuşamıyor, aklı gitmiş kiminin.

Sahabe-i kiramın geçip aralarından,
Bir sükunet içinde, minbere çıktı o an.

Ve bir hutbe okudu bütün Müslümanlara,
Herkes şaşırmış iken, yol gösterdi onlara.

Dedi: (Ey Müslümanlar, Peygamber efendimiz,
Şu an vefat etmiştir, bunu böyle biliniz.

Eğer tapıyorsanız hazret-i Muhammed’e,
O da, her fani gibi göç etti ahirete.

Eğer Hak teâlâya tapınıyor iseniz,
O, sonsuz hayattadır, hiç ölmez bilesiniz.)

Onun bu sözleriyle Eshab geldi kendine.
İnandılar Resulün vefat eylediğine.

Hazret-i Ebu Bekir, sonra da Al-i İmran
Suresinden bir âyet okuyuverdi o an.

Rabbimiz buyurdu ki, mealen bu ayette:
(Allah’ın Resulüdür habibim Muhammed de.

Yine Ondan önce de, çok Resuller gelmiştir.
O dahi onlar gibi, elbette ölecektir.)
 



Dudakları kımıldıyordu

Peygamber efendimiz, vakta ki etti vefat,
Sahabe, buna önce inanmadılar fakat.

Çünkü Resulullahın ayrılık acısından,
Çoğu sahabilerin aklı gitti başından.

Lakin böyle hallerde, hazret-i Ebu Bekir,
Telaşa kapılmayıp, bulurdu çare, tedbir.

Bir hutbe irad etti Eshaba çıkıp o gün.
Eshab, ancak inandı vefatına Resulün.

Lakin hüzün ve keder, Eshabın yüreğine,
Zehirli hançer gibi saplanmış idi yine.

Herkesin gözü ağlar, göz yaşları çağlardı.
Ve ayrılık ateşi, ciğerleri dağlardı.

O gün hemen toplanıp, cümle Eshab-ı kiram,
Onu halife seçip, emrine girdiler tam.

Velhasıl hicri onbir senesinin içinde,
Ve Rebi-ül-evvel’in hem de onikisinde,

Bir Pazartesi günü, öğleden önceydi hem,
Vefat edip, Rabbine kavuştu Fahr-i âlem.

Ali bin Ebi Talip, Resulü gasl eyledi.
Fadl ibni Abbas dahi Ona yardım ederdi.

Yıkama esnasında, mübarek vücudundan,
Öyle bir misk kokusu yayıldı ki o zaman,

Sahabe-i kiramdan hiç kimse, o güne dek,
Öyle güzel bir koku, koklamamışlardı pek.

Resul-i müctebayı sonra kefenlediler.
Bir sedir üzerinde, mescide getirdiler.

Haber verdiği gibi, daha önce Resulün,
Cümle Eshab, mescitten dışarı çıktı o gün.

Melekler, bölük bölük gelip namaz kıldılar.
Daha sonra gaibten, şu nidayı duydular:

Diyordu: (Ey müminler, Sevgili Peygamberin,
Cenaze namazını siz dahi eda edin!)

Bu nidayı duyunca bilcümle sahabiler,
Namaz kılmak üzere, içeriye girdiler.

İçerde, grup grup ve imamsız olarak,
Resulün namazını eda etti cümle halk.

Cenaze namazının kılınması bitince,
Sıra, defin işine gelmişti binnetice.

(Nereye defnedelim?) diye düşünür iken,
Hazret-i Ebu Bekir bunu da çözdü hemen.

Dedi: (Resulullahtan duymuştum ki bir sefer,
Vefat ettiği yere defnolur Peygamberler.)

Resulullah, böylece hazret-i Aişe’nin,
Mübarek odasına defnoldu geceleyin.

Kabirden en son çıkan, Kusem bin Abbas idi.
O, gördüğü bir şeyi çıkınca haber verdi.

Dedi: (Nurlu yüzünü, ben gördüm son olarak.
Dudakları oynardı, eğilip verdim kulak.

Ya ilahi ümmetim! ya ilahi ümmetim!
Diye yalvarıyordu, buna bizzat şahidim.)
 

 
Bu websitesinin sahibi "Top liste" ekstrasını daha aktive etmemiş!
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol