Ana Sayfa
Video
Galeri
♦♦►Haber
Bütün Gazeteler
Köşe Yazarları
Net Gazete
♦♦►Tarih
Prof.Dr.Ekrem Bugra Ekinci
Tarih Ansiklopedisi
Türk Âlemiyiz
♦♦►Sağlık-Yemek
Sağlık
Pratik Bilgiler
Hekimce.com
Bitkilerin FAYDALARI
♦♦►Dini
Sohbet
E-kitap
Duâlar
Ilahiler
İlahi dinle
Hikâyeler
Menkîbeler
Osman Ünlü
Silsile aliyye
HuzuraDogru.Tv
Sûreler Ve Dûalar
Internet Radyonuz
Kıyâmet Alâmetleri
Muhammed Aleyhisselamın Hayatı
=> Mübarek Nuru
=> Dünyaya Teşrifleri
=> Mübarek Emanet
=> Gençliği ve Evlenmesi
=> Biseti ve Daveti
=> İlk Müslümanlar
=> Habeşistana Hicret
=> Habeşistana İkinci Hicret
=> Hüzün Yılları
=> Miraç Mucizesi
=> Hicret
=> Medine-i Münevvere Devri
=> Bedir Gazası
=> Hazret-i Fatıma'nın Evlenmesi
=> Beni Nadir Yahudileri
=> Fatıma Binti Esed'in Vefatı
=> Reci Vakası
=> Beni Mustalik Gazası
=> Beni Kureyza Yahudileri
=> Hudeybiye Sulhnamesi
=> Davet Mektupları
=> Hayberin Fethi
=> Umret-ül Gaza Seferi
=> Mute Gazası
=> Mekke'nin Fethi
=> Huneyn Gazası
=> Tebük Seferi
=> Veda Haccı
=> Vefatı
=> Hilye-i Saadet
=> Âlemlerin Rahmeti
=> Bazı Mucizeleri
Esma-i Hüsnâ (Anlamlari)
Esma-i Hüsnâ (Faydalari)
Yazar Ömer Çetin Engin
♦♦►Eğlence
Tavsiyeler
Kare Bulmaca
Serbest Yazılar
Enteresan Bilgiler
Biliyor Musunuz ??
Eğitici Oyunlar(Fransizca)
♦♦►Diğerleri
Sesli Tiyatro
İllerimiz
Sitemap
 

.

Hüzün Yılları

  Müminleri muhasara
  Yiyecek ambargosu
  Güve’nin yaptığı iş
  Abluka sona erdi
  Ay’ın ikiye ayrılması
  Hüzün senesi
  Ebu Talib’in vefatı
  Taiflileri imana davet
  Çok hakaret ettiler
  Kimse inanmıyordu
  Siz kabul ettiniz mi?



Müminleri muhasara

Müşrikler, her ne kadar ettilerse de gayret,
Yine yayılıyordu her yerde İslamiyet.

Müminlerin sayısı, gün be gün artıyordu.
Resule sevgileri daha çoğalıyordu.

Eziyet görseler de Kureyş kâfirlerinden,
Yine de hiçbirisi, dönmüyordu dininden.

Mekke’nin haricinde yaşayan kabileler,
İmana geliyordu artık hep birer birer.

Yani İslam’ın nuru, Mekke’nin haricine,
Çıkıp, ulaşıyordu kabileler içine.

Melik Necaşi’nin de imana geldiğini,
Muhacir müminlere ihsan eylediğini,

Duyunca da müşrikler, çılgına döndüler tam.
Bürüdü kalblerini, müthiş kin ve intikam.

Bunların acısını çıkarmak için bir gün,
Toplanıp, şu karara vardılar hep topyekün:

(Muhammed bin Abdullah, nerede görülürse,
Hemen öldürülecek, ne zaman, kim görürse.)

Kâfirler, bunun için çok yeminler ettiler.
Bütün gayretlerini hep buna sarfettiler.

Bu ölüm kararını öğrenen Ebu Talip,
Yeğenini düşünüp, oldu gayet muzdarip.

Derhal Beni Haşim’i toplayıp, verdi emir.
Dedi: (Onu korumak, bize ilk vazifedir!)

Onlar, (Peki) dedi ve Allah’ın Resulünü,
Şı’b-ı Ebu Talib’e çağırdılar o günü.

Yani Ebu Talib’in olduğu mahalleye,
Çağırdılar, orada ikamet eylemeye.

Resulullah, bilcümle Eshabı ile hemen,
O gün, o mahalleye yerleştiler tamamen.

Beni Haşim, Resulü alıp aralarına,
Sanki et'ten bir duvar ördüler etrafına.

Onu korumak için, seferber oldular hep.
Yalnız bu ittifaktan, ayrıldı Ebu Leheb.

O, sair müşriklerle olup bir ve beraber.
Onu öldürmek için kesildi bir cengaver.

Müşrikler gördüler ki, Resul ve Sahabesi,
Aynı bir mahalleye, toplanıp gitti hepsi.

Tekrar aralarında hemence toplandılar.
Konuşup, bu sefer de şöyle karar aldılar:

(Onlar ile kız alıp vermek, hiç olmayacak.
Hiçbir şey satılmayıp, bir şey alınmayacak.

Asla gidilmeyecek onların yanlarına.
Hiç uğranılmayacak hatta diyarlarına.

Onların kapısını, hiç kimse açmayacak.
Onlardan kimse ile, kimse konuşmayacak.

Bir barışma isteği, gelse bile onlardan,
Kabul edilmeyecek, geçse de uzun zaman.

Muhammed’i, bizlere teslim edene kadar,
Geçerli sayılacak yazılan işbu karar.)

Yazıp imza attılar kâfirler sonra buna.
Ve götürüp astılar, Kâbe’nin duvarına.
 
 

Yiyecek ambargosu

Mekke müşriklerinin, Resulü öldürmeye,
Ve Onun Eshabiyle asla görüşmemeye,

Dair kararlarını, Mensur adlı bir bedbaht,
Cehennemlik eliyle, kağıda yazdı, fakat,

Peygamber efendimiz, hadiseyi duydular.
Üzülüp, o meluna beddua buyurdular.

Onu yazan elleri kurudu bundan sebep.
Müşrikler bunu görüp, şaşkına döndüler hep.

Bununla gelecekken insaf ve intibaha,
Bilakis ondan sonra, azgınlaştılar daha.

Onların oturduğu o mahalleye giden,
Yollara, birer bekçi diktiler o gün hemen.

Ve tembih ettiler ki: (Biri, bu mahalleye,
Yiyecek götürürse, sokmayın içeriye!)

Oraya, dışarıdan satıcı gelse eğer,
Mani oluyorlardı hemence o bekçiler.

Derlerdi: (Malınızı satmayın burda sakın!
Daha yüksek fiyatla, onları bize satın.)

Daha fazla parayı görünce onlar hemen,
Satarlardı orada, mahalleye girmeden.

Böylece Müslümanlar yiyeceksiz kaldılar.
Bu hal, her yıl sürerdi Hac mevsimine kadar.

Geleneklere göre zira bu mevsimlerde,
Kan dökmek ve fenalık yapılmazdı Mekke’de.

Haşim oğulları da bu durumu bilerek,
O vakitler, Mekke’ye rahatlıkla girerek,

Yiyecek ihtiyacı ne ise bir senelik,
Alış veriş yaparak, ederlerdi tedarik.

Lakin bir Müslümanı, bir tüccarın yanında,
Görselerdi, müşrikler yetişerek anında,

Derlerdi: (Ey tüccarlar, bu Müslümanlara siz,
Mal satarken, fiyatı bir hayli yükseltiniz.

Öyle ki, o fiyata bir şey alamasınlar.
Size, bundan dolayı asla gelmez bir zarar.

Çünkü satılmayarak kalır ise malınız,
Daha yüksek fiyata, biz almaya hazırız.)

Onlar da, bu mallara yüksek fiyat derlerdi.
Müslümanlar alamaz, geriye dönerlerdi.

Bu hüzün yıllarında, Peygamber efendimiz,
Ve hazret-i Sıddık’la, Hatice validemiz,

Bilcümle mallarını, bu yolda harcadılar.
Yine kâfi gelmeyip, aylarca aç kaldılar.

Elde avuçta olan paralar da bitince,
Otları, yaprakları yediler binnetice.

Çocuklar, annelerden yiyecek istiyordu.
Açlıktan feryatları göğe yükseliyordu.

Onların seslerini kesmek için, anneler,
Derileri, ateşte pişirip yedirdiler.

Hatta Peygamberimiz ve Eshabı, açlıktan,
Hepsi, karınlarına taş bağladı o zaman.

Müşriklerden birisi, onlara acıyarak,
Yiyecek getirseydi, şiddetli yerdi dayak.

Velhasıl geliş gidiş yolları kesilmişti.
Müslümanlar, gayet güç bir duruma girmişti.


Güve’nin yaptığı iş

Bu şiddetli zulümle, beklerdi ki müşrikler,
Açlıktan, yola gelsin böylece Haşimiler.

Amcası Ebu Talip, o Resulü, mecburen,
Getirip, müşriklere teslim eylesin hemen.

Müminlerse, tersine işbu düşüncelerin,
Üstüne titrerlerdi bilakis o Serverin.

Onun kılına bile zarar gelmesin diye,
Başvuruyorlar idi her çare ve tedbire.

Herhangi su-i kastı önlemek için dahi,
Muhafızlar beklerdi, yattığı o mahalli.

Peygamber efendimiz, hiç kimseden korkmadan,
İslam’ı yaymak için, çalışırdı durmadan.

Açlık ne olduğunu, o müşriklerin dahi,
Anlamaları için, dedi ki: (Ya ilahi! 

Şunlara da, Yusüf’ün, yedi kıtlık yılına,
Benzer bir kıtlık verip, sen yardım eyle bana.)

Böyle dua edince Resulullah hüznünden,
Bir damla bile yağmur yağmadı gökyüzünden.

Öyle ki, susuzluktan kavruldu, yandı toprak.
Kalmadı bir yeşil ot, hatta yeşil bir yaprak.

Neye uğradığını şaşırdı o müşrikler.
Hatta açlıklarından hayvan leşi yediler.

Feryada başladılar onların da çocuğu.
Hatta o müşriklerin, açlıktan öldü çoğu.

O zaman akılları başlarına geldi hep.
Gelip, Resulullahtan ettiler dua talep.

Ebu Süfyan geldi ve dedi ki yalvararak:
(Diyorsun ki, âleme geldim rahmet olarak.

Allah’a inanmayı, bize emrediyorsun.
Akraba haklarına dikkat edin diyorsun.

Yıllardır şu toprağa yağmur düşmemektedir.
Kuraklık ve açlıktan, kavmin hep ölmektedir.

Bunun için, Rabbine sen bir dua ediver.
Elbette Allah senin, duanı kabul eder.

Sen, böyle bir duada bulunursan eğer ki,
Biz de iman ederiz bu dine elbette ki.)

Peygamber efendimiz, yine merhametinden,
Ellerini kaldırıp, bir dua etti hemen.

Resulün bu duası kabul oldu anında.
Yağdı bol bol yağmurlar Mekke’nin her yanında.

Böylece kuraklıktan kurtuldu o müşrikler.
Lakin küfürlerinde, yine ısrar ettiler.

Eski zulümlerine başladılar tekrardan.
Hak teâlâ, Resule vahyetti ki o zaman:

(Müşriklerin Kâbe’ye astığı sahifeyi,
Bilirsin ya, ben ona gönderdim bir güve’yi.

O kurt, o sahifenin sırf (Allah) ismi hariç,
Bütün yazılarını yedi ve kalmadı hiç.)


Bu vahyi alır almaz o şerefli Peygamber,
Bunu, Ebu Talib’e aynı gün verdi haber.

(Rabbinden mi öğrendin?) deyince Ebu Talip,
Resul (Evet) buyurdu, suali müteakip.

O zaman Ebu Talip dedi ki: (Ya Muhammed!
Ben inanıyorum ki, doğrudur sözün elbet.)
 

Abluka sona erdi

Ebu Talip duydu ki Resulullahtan bizzat:
O adi ahdnameye bir kurt olmuş musallat.

Allahü teâlânın ismi hariç, bir güve,
Yazıları kemirip, yok etmiş tamamiyle.

Giyinip, aceleyle Kâbe’ye vardı hemen.
En azılı müşrikler, gördü onu ilerden.

Şöyle hasıl oldu ki onlarda zann-ı galip:
Muhammed’i teslime geliyor Ebu Talip.

Halbuki o yaklaşıp, dedi: (Ey Kureyşliler!
Yeğenim, biraz önce verdi ki şöyle haber:

O yazmış olduğunuz sahife var ya sizin,
Ona, bir ağaç kurdu musallat olmuş ilkin.

Sonra o yazıları, sırf (Allah) ismi hariç,
Tamamını yemiş ve bir yazı kalmamış hiç.

Bizim aleyhimizde yazdığınız o adi,
Kağıdı getirin de, görelim onu haydi!

Eğer bu doğru ise, ederim ki ben yemin,
Onu koruyacağız, durdukça ruy-u zemin.

Siz dahi bunu görüp, insaf edin de hemen,
Vaz geçin yaptığınız bu feci işkenceden.)

Müşrikler, Beytullahın duvarında asılı,
O menfur sahifeyi indirdiler hasılı.

Ve açıp gördüler ki, doğruymuş hakikaten.
(Allah) isminden gayri, yazılar gitmiş hepten.

Ne diyeceklerini şaşıran o kâfirler,
Muhasara zulmüne, böylece son verdiler.

Lakin vaz geçmediler o düşmanlıklarından.
Daha sert davrandılar eski yaptıklarından.

Ve lakin yapsalar da türlü zulüm, eziyet,
Yine yayılıyordu her yere İslamiyet.

Kâfirler, var gücüyle baltalarken bu işi,
Daha çok parlıyordu her gün İslam güneşi.

Onların müminlere uygulamış olduğu,
Üç yıllık ablukanın, nihayet son bulduğu,

Günlerdi ki, Necran’dan bir grup hıristiyan,
Resulü görmek için gelmişlerdi o zaman.

Bunlar, İslamiyet’i yeni işitmişlerdi.
Hemen Resulullahı görmeye gelmişlerdi.

Resul ile, Kâbe’de görüşen bu kimseler,
Ona, İslam hakkında çok sual yönelttiler.

Çok mükemmel cevaplar alıp Resulullahtan,
Allah’ın Resulüne oldular hepsi hayran.

Resulullah, onları İslam’a etti davet.
Hepsi de, seve seve getirdiler şehadet.

Resulden izin alıp, geriye dönerlerken,
Ebu Cehil, onlara dedi ki gelip hemen:

(Siz ne ahmaksınız ki, Onu bir kez gördünüz.
Hemence tâbi olup, dininizden döndünüz.)

Dediler: (Biz hak dini, yeni bulduk nihayet.
Cenâb-ı Hak size de, nasib etsin hidayet.

Sizin gibi bir iki cahilin sözüyle biz,
İyi bilin ki asla, dinimizden dönmeyiz.)
 

Ay’ın ikiye ayrılması

Melun Ebu Cehil’le, Velid ibni mugire,
Resulün huzuruna sokularak bir kere,

Dediler ki: (Gerçekten Peygambersen sen eğer,
Şu semadaki Ay’ı ikiye ayırıver.

Yarısı, Ebu Kubeys dağının üzerinde,
Yarısı da gözüksün, Kuaykıan üstünde.)

Onlara buyurdu ki Peygamber efendimiz:
(Eğer bunu yaparsam, iman eder misiniz?)

Onlar (Evet) deyince, o Server-i kâinat,
Allahü teâlâya dua etti o saat.

Duası kabul olup, Cibril aleyhisselam,
Peygamber-i zişâna gelerek verdi selam.

Dedi ki: (Ya Muhammed, müminlere hemence,
Haber ver, mucizeyi seyretsinler bu gece.)

Resulullah, Mekke’li eşrafı toplayarak,
Buyurdu: (Ay bu gece, ikiye ayrılacak!)

Ayın ondördü olup, (Ay) yuvarlak idi tam.
Gösterdi mucizeyi Resul aleyhisselam.

Mübarek elleriyle işaret eyleyince,
Ay ikiye ayrıldı mucize gereğince.

Yarısı Ebu Kubeys, yarısı Kuaykıan,
Dağları üzerinde göründü hem de o an.

Bir müddet öyle durup, sonradan birleştiler.
Bu hali, gözleriyle gördü cümle müşrikler.

Birkaçının ismini söyleyip Resul o an,
Buyurdu: (Şahit olun ey filan ve ey filan!)

Sonra da Eshabına seslenip bizatihi,
Yine buyurdular ki: (Şahit olun siz dahi!)

Müşrikler, mucizeyi gördüler pek aşikâr.
Lakin iman etmeyip, ettiler yine inkâr.

Başkalarına dahi hem mani olmak için,
Dediler: (Bir sihridir, bu bize Muhammed’in.)

Sonra da dediler ki: (Evet, bu bir sihirdir,
Fakat herkese de mi, bu sihir tesirlidir?

Bir de başka yerlerden gelenlere soralım.
Onlar da görmüş müdür, bunu bir anlayalım.

Şahit olmuşlar ise, onlar dahi bu şeye,
O zaman inanırız, biz de bu mucizeye.

Nübüvvet iddiası hak olur Onun artık.
Yoksa, işbu hadise bir sihirdir apaçık.)

Dışarıdan Mekke’ye gelenlerden sordular.
Başka yere adamlar gönderip sordurdular.

Hepsi de ittifakla dediler ki: (Vallahi,
Ayın yarıldığına şahit olduk biz dahi.

Ayın ondördü olup, tam tepsi gibiydi ay.
O gece, hadiseyi gördük hem gayet kolay.)

Kime sordular ise o müşrikler bu işi,
Yine aynı şekilde cevap verdi her kişi.

Lakin inanmadılar Onun nübüvvetine.
İnkârcıların başı, Ebu Cehil’di yine.

Dedi: (Ebu Talib’in yetiminin bu sihri,
Başladı yerden sonra, göklere de tesiri.)

Onun bu sözlerinden, ifsat olur idi halk.
Onun için âyetler gönderdi cenâb-ı Hak.
 

Hüzün senesi

Hak teâlâ Resule, (Kasım) adlı bir evlat,
Vermişti ki, onyedi aylıkken etti vefat.

Bu hadiseden sonra, yıllar geçti aradan.
Diğer oğlu (Abdullah), o da göçtü dünyadan.

Mübarek gözlerinden, gözyaşları akarak,
Bir gün şöyle buyurdu, dağa doğru bakarak:

(Ey dağ, benim başıma gelen şey, sana şayet,
Gelseydi, dayanamaz, yıkılırdın sen elbet.)

Hazret-i Hatice de, olup çok müteessir,
Dedi: (Ya Resulallah, onlar şimdi nerdedir?)

Şöyle buyurdular ki ona Nebiyy-i zişân:
(Ey Hatice, elbette Cennettedirler şu an.)

Her iki oğlunun da, vefat etmesi ile,
Kâfirler sevindiler buna ziyadesiyle.

Ebu Cehil ve bazı müşrikler, hem bu ara,
Bunu fırsat bilerek, yaptılar çok yaygara.

Dediler: (Muhammed’in oğlu kalmadığından,
Nesli kesilmiş olup, ebter oldu O şu an.

Neslini sürdürecek, yok bir erkek evladı.
Ölünce, unutulur kendisinin de adı.)

O zaman Hak teâlâ, sevgili Habibine,
Bir sure göndererek, kuvvet verdi kalbine.

Buyurdu ki: (Biz sana, kevser verdik, mukaddes.
O halde Rabbin için, namaz kıl ve kurban kes.

Sana ebter diyenin, kendisi zürriyetsiz,
Namsız ve haysiyetsiz bir kişidir şüphesiz.

Senin ise pak neslin, hem şan ile şerefin,
Hep devam edecektir, tâ kıyamete değin.

Sana, ahirette de, hiç akla gelmeyecek,
Nice büyük şeref ve nimetler verilecek.)



Hazret-i Hatice’nin vefatı

Resulün dert ortağı, zevcesi ve sırdaşı,
Ve yirmidört senelik bir hayat arkadaşı,

Olan asil ve temiz, o hazret-i Hatice,
Vefat etti aniden, hicretten üç yıl önce.

Ramazanda, altmışbeş yaşında etti vefat.
Elleriyle defnetti onu Fahr-i kâinat.

Onun ayrılığına pek fazla üzülmüştü.
Hatta Ebu Talip de, aynı sene ölmüştü.

Resulullah o sene fazla üzüldüğünden,
(Senet-ül hüzn) denildi, o seneye bu yüzden.

Hazret-i Hatice’nin o senede vefatı,
Üzüntüye boğmuştu Server-i kâinatı.

Zira herkesten önce, o iman eylemişti.
Resul-i müctebayı, ilk o tasdik etmişti.

Herkes düşman olurken Allah’ın Habibine,
Teselli veriyordu, Onun nurlu kalbine.

Hem dahi nesi varsa malı, mülkü, serveti,
İslamiyet uğrunda, harcadı, feda etti.

Ayrıca, gecesini katarak gündüzüne,
Severek hizmet etti, Allah’ın Resulüne.

Resulü, bir kerecik bile hiç üzmemişti.
Ve hatta hatırından bile geçirmemişti.
 

Ebu Talib’in vefatı

Sevgili oğulları (Kasım) ile (Abdullah),
Vefat ettiklerinde, üzüldü Resulullah.

Onların vefatına olmuşken çok muzdarip,
Peşinden, hastalandı amcası (Ebu Talip).

Bunu duyan Kureyşli müşrikler dediler ki:
(Ebu Talip hastaymış, ölebilir de belki.

Gerçi o, Muhammed’i himayede çok gayret,
Ettiyse de, biz yine eyleyelim ziyaret.

Zira Arabistan’da, insanlar grup grup,
İmana geliyorlar, İslamiyet’i duyup.

Hamza gibi, bir dengi ve emsali olmayan,
Ve yine Ömer gibi, çok güçlü bir pehlivan,

Muhammed’e uyarak, Müslüman oldular hep.
İslam kuvvetleniyor her tarafta ruz-ü şeb.

Müminlerin sayısı, gün be gün çoğalıyor.
Ve onların sesleri, bir âlemi tutuyor.

Bu vaziyete göre, ya biz Ona uyarız,
Yahut da, gerekecek cenge hazırlanmamız.

Gidip Ebu Talib’e edelim de bunu arz.
O bulsun aramızı, yoksa bu, böyle olmaz.

Taarruz etmeyelim bizler Onun dinine.
O dahi saldırmasın badema bizimkine.)

Böylece konuşarak müşriklerden bir grup,
Gelip, Ebu Talib’in yastığına oturup,

Dediler: (Biliyoruz senin büyüklüğünü.
Ve kabul ediyoruz mutlak üstünlüğünü.

Korkarız senden sonra, bizim ile Muhammed,
Uğraşır da, arada devam eder husumet.

Geldik, barıştırasın, bizi birbirimizle,
Ve artık uğraşmasın Muhammed dinimizle.)

Ebu Talip, Resulü davet edip yanına,
Kureyş’in teklifini, arz etti aynen Ona.

Resulullah buyurdu: (Ey Kureyş, eğer ki siz,
Bana, bir tek kelime söyleyiverirseniz,

Siz hakim olursunuz Arab’a bu diyarda.
Size boyun eğerler, Arab olmayanlar da.)

Ebu Cehil dedi ki: (O kelime ne ise,
On mislini söyleriz, yeter ki bildir bize.)

Buyurdu: (La ilahe illallah söyleyiniz.
Ve bir de taptığınız putları terk ediniz.)

Müşrikler, (Bunu kabul edemeyiz) diyerek,
Bir hışımla kalkarak, ettiler o yeri terk.

Ebu Talip dedi ki: (Onlardan istediğin,
Gayet yerinde idi, doğruyu söylediydin.)

Resul, Ebu Talib’in söylediği bu sözden,
Ümitlenip ve ona buyurdular ki hemen:

(La ilahe illallah de bir defa ey amca!
Ki, şefaat edeyim, ahirete varınca.)

Dedi: (Onu söylersem, benim için der ki halk:
Ölümden korkusundan iman etti muhakkak.

Beni, böyle diyerek ayıplamalarından,
Korkuyorum) dedi ve mahrum oldu imandan.

Öleceği sırada bir şeyler dedi, fakat,
(İşitmedim!) buyurdu onu Fahr-i kâinat.



Taiflileri imana davet

Mekke’deki müşrikler, Resulden çok mucize,
Görseler de, imana gelmiyordu hiç kimse.

Hatta Müslümanlara eza ve işkenceler,
Yaparlardı ki, buna üzüldü Hayr-ül beşer.

Bir gün düşündüler ki: (Bir gideyim Taif’e.
Belki kabul ederler İslam’ı o taife.)

Ve Zeyd bin Harise’yi yanlarına aldılar.
Mekke yakınındaki o diyara vardılar.

Orada Abd-i Yalil, Habib ve Mes’ud diye,
Oranın eşrafından rastladı üç kimseye.

Onlarla konuşarak İslam’a etti davet.
Lakin onlar, Resule ettiler çok hakaret.

Dediler -hâşâ- (Allah, Peygamber gönderecek,
Senden başka birini bulamadı mı acep?

Senin bu söylediğin şeyleri, kendi kavmin,
Kabul etmediler de, şimdi bize mi geldin?

Buraya gelmek için, izin aldın mı bizden?
Çabuk terk et burayı, git bizim ülkemizden!)

Peygamber efendimiz, bir cevap vermeyerek,
Onların yanlarından ayrıldı üzülerek.

Gitti mahzun bir halde Sakif kabilesine.
Ve anlattı İslam’ı o yer ahalisine.

Bir ay, o insanları İslam’a etti davet.
Ve lakin tek bir kişi eylemedi icabet.

Hem istihza ettiler, hatta yuhaladılar.
Gençleri toplayarak, Onu taşa tuttular.

Hazret-i Zeyd, Resule siper etti kendini.
Korudu o taşlardan Allah’ın Habibini.

Resulün etrafında pervane dönüyordu.
Ona zarar gelmesin diye çırpınıyordu.

Taşlar, hazret-i Zeyd’in başına, ayağına,
Geliyordu, lakin o, aldırmıyordu buna.

O, hep Resulullahı yalnız düşünüyordu.
(Canım, Onun uğruna feda olsun!) diyordu.

Vücuduna, peş peşe gelen taşlardan sebep,
Zeyd’in bütün bedeni, kan içinde kaldı hep.

O zalimlere karşı, avazı çıktığınca,
Bağırıyor idi ki bu arada ayrıca:

(Yapmayın, taş atmayın, Resulullahtır bu zat!
Sizi, İslam dinine davete geldi bizzat.

Parça parça edin de siz beni ey insanlar!
Lakin Resulullaha vermeyin asla zarar.)

Buna rağmen o taşlar, aşarak Zeyd’i dahi,
Resulün vücuduna erişirdi nihai.

Mübarek ayakları kan içinde kalarak,
Ayrıldılar oradan gayet mahzun olarak.

İleride bir bağda, oturup dinlendiler.
Sonra yaralarını, kanlarını sildiler.

Ve Resul, namaz kıldı orada iki rekat.
El kaldırıp, Rabbine eyledi münacaat.

O bağ, Utbe ve Şeybe adlı iki kardeşin,
Olup, vakıf idiler içyüzüne bu işin.

Yani Resulullahın başına gelenleri,
Görmüştü ikisi de, hem de başından beri.
 


Çok hakaret ettiler

Resulullah o bağda, yaralı, yorgun, üzgün,
Dururken, bağ sahibi onları gördü o gün.

Merhamete gelerek, kölesi Addas ile,
Hemen bir salkım üzüm gönderdi o Resule.

Besmele çekti Resul o üzümü yer iken.
Bunu duyup, şaşırdı o üzümü getiren.

Dedi ki: (Senelerdir, ben bu diyarlardayım.
Dediğin bu kelamı, hiç kimseden duymadım.)

Sordu Resul, Addas’a: (Sen neredensin?) diye.
(Ninevalıyım) dedi, Addas da o Nebi’ye.

Buyurdu ki: (Yunüs’ün memleketindenmişsin.)
Sordu Addas: (Yunüs’ü, sen nereden bilirsin?)

(O, benim kardeşimdir) buyurdu Fahr-i cihan.
(O dahi benim gibi Peygamberdi o zaman.)

Addas dedi: (Bu tatlı sözlerin ve bu yüzün,
Sahibi yalan demez, sen Allah Resulüsün.)

Sonra can-ü gönülden getirerek şehadet,
Resulün huzurunda iman etti nihayet.

Dedi: (Ya Resulallah, yıllardır buradayım.
Ve bu yalancılara kölelik yapmaktayım.

Utanmadan, herkesin haklarını yiyorlar.
Sıkılmadan herkesi, her gün aldatıyorlar.

Hiç iyi tarafları yoktur bu zalimlerin.
Ben nefret ediyorum bunlardan bunun için.

Dileğim şöyledir ki, geleyim senin ile.
Ben de şerefleneyim, gece gün hizmetinle.

Cahil ve ahmakların yapmak istedikleri,
Fenalıklara karşı, atılayım ileri.

Mübarek vücudunu korumak için hemen,
Kendimi feda etmek istiyorum bedenen.)

Peygamber efendimiz, tebessüm buyurarak,
Ona, şöyle buyurdu gayet memnun olarak:

(Sen, efendilerinin kal şimdilik yanında.
İşitirsin adımı, kısa zaman zarfında.

O zaman yanıma gel!)
 buyurup ona bizzat,
O yerde, biraz daha eyledi istirahat.

Ve Mut’im bin Adi’nin himayesi altında,
Gelip girdi Mekke’ye, gece karanlığında.

İnsanları, hak yola eyledi yine davet.
Küffâr da, işkenceye ettiler yine gayret.

Rabbimiz buyurdu ki vahyedip kendisine:
(Etraf kabilelerden Kâbe ziyaretine,

Gelen insanlar ile, görüşüp konuşarak,
Onları dine çağır, İslam’ı anlatarak.)

Resulullah, o zaman Mekke’nin civarında,
Kurulan Zülmecaz ve Ukaz panayırında,

Gelen kabilelerle görüşüp en nihayet,
Onları, güzellikle İslam’a etti davet.

Kimse kulak asmadı lakin bu davetine.
Çok ağır hakaretler ettiler Ona yine.

Birisi inanacak olsa bile onlardan,
Kureyş’in müşrikleri, yetişerek arkadan,

İftira atarlardı Allah’ın Resulüne.
Derlerdi: (Yalancıdır, inanmayın sözüne!)
 

Kimse inanmıyordu

Rivayet edilir ki Rebia bin Abbad’dan:
Mina’ya gitmiş idik, babam ile bir zaman.

O vakit gençtim henüz gittiğimde Mina’ya.
Rastladık bir pazarda, Resul-i kibriyaya.

İnsanlara derdi ki: (Ey filan oğulları!
Atın şu taptığınız cansız olan putları.

Allahü teâlâya, koşmadan şerik, ortak,
İbadet eyleyiniz Ona halis olarak.


O hakiki Allah’ın Resulüyüm ben dahi.
Size söylediklerim, hakikattir Vallahi.)

Peygamber-i zişânın peşinden, şaşı gözlü,
Bir adam gelirdi ki, hem saçları örgülü,

Derdi ki: (Ey insanlar, o size yalan diyor!
Sizi, putlarımıza tapmaktan men ediyor.

O sizi, uydurduğu bir dine eder davet.
Sakın inanmayın ki, yalancıdır o gayet.)

Onun kim olduğunu, babamdan sordum o gün,
Dedi: (Ebu Leheb ki, amcasıdır Resulün.)

Yine anlatıyor ki Tarık bin Abdullah da:
Gördüm Resulullahı Mekke’de bir pazarda.

Halka seslenirdi ki: (Ey insanlar, duyunuz!
La ilahe illallah diyerek kurtulunuz.)


Ve Onun arkasından, biri öne atılıp,
Eline geçirdiği taşları Ona atıp,

Derdi ki: (Ey cemaat, sakın inanmayınız!
O, bir yalancıdır ki, Ondan çok sakınınız.)

Mübarek ayakları kanamıştı da hatta,
Yine bulunuyordu halka o tebligatta.

Onlardan birisine sordum ki: (Bu genç kimdir?)
Dedi: (Abdülmuttalip evladından biridir.

Allahü teâlânın Resulüdür mutlaka,
Gelip, İslamiyet’i anlatıyor bu halka.)

Yine sual ettim ki: (Taş atan kimdi acep?)
Dedi ki: (O kişi de, amcası Ebu Leheb.

O nereye giderse, arkasından gidiyor.
O yalancıdır deyip, halkı ifsad ediyor.)

Yine anlatıyor ki Müdrik ibni Münib de:
Mina’da bulunurken babam ile birlikte,

Bir genç, o kimselere diyordu: (Ey cemaat!
La ilahe illallah deyin de bulun necat.)

O, böyle söylese de, kimse dinlemiyordu.
Herkes o genç kişiye, hakaret ediyordu.

Kimi tükürüyordu Onun güzel yüzüne,
Kimi toprak alarak, saçıyordu üstüne.

O sıra küçük bir kız, su elinde gelerek,
Başladı ağlamaya Onu böyle görerek.

O kimse suyu içip, söyledi ki o kıza:
(Korkma, düşüremezler onlar beni tuzağa.)

Onlardan birisine, onları sordum hemen.
O dahi bana bakıp, şöyle dedi cevaben:

(Genç, Abdülmuttalib’in torunu Muhammed’dir.
Su getiren çocuk da, Onun kızı Zeyneb’tir.)
 

Siz kabul ettiniz mi?

Said bin Yahya adlı birisi anlatır hem:
Ukaz panayırında, bir gün Resul-i ekrem,

Beni Amir kavmine dedi ki: (Ey insanlar!
Bir himaye görür mü sizlere sığınanlar?)

Dediler: (Bize asla, hiç kimse laf atamaz.
Hatta ateşimizden habersiz ısınamaz.)

Buyurdu: (Tanıtayım kendimi öyle ise.
Allah’ın gönderdiği Peygamberim ben size.

Onun bana verdiği tebliğ vazifesini,
Rahatça yapmam için, korur musunuz beni?)

(Sen kimlerdensin?) diye, onlardan biri sordu.
(Ben, Abdülmuttalib’in torunuyum) buyurdu.

Dediler: (Senin kavmin, itibarlı kişiler.
O halde onlar seni korumalı idiler.)

Buyurdu ki: (Bilakis, reddetti onlar beni.
Onlardır münkirlerin hatta önde geleni.)

Onlar bunu öğrenip, dediler: (Ey Muhammed!
Bizler seni ne kabul ve ne de ederiz red.

Ancak sen, peygamberlik tebliğ vazifesini,
Aramızda icra et, koruruz bizler seni.)

O sırada, o kavmin önde gelenlerinden,
Beyhara adlı biri, döndü pazar yerinden.

Sordu ki: (Bu zat kimdir, aranızda ne gezer?)
Onlar da, (Muhammed bin Abdullah’tır) dediler.

(Allah’ın Peygamberi olduğunu söylüyor.
Onu korumamızı bizden rica ediyor.)

(Siz kabul ettiniz mi?) diye sual edince,
Dediler: (Kabul ettik insanlık gereğince.)

Dedi: (Ey Beni Amir, bana kulak veriniz!
Bu yaptığınız nedir, acep bilir misiniz?

Siz, aranıza alıp yardım etmekle buna,
Göğsünüz hedef olur Arabların okuna.

Siz, bütün Araplarla savaşacak mısınız?
Buna evet derseniz, o halde ahmaksınız.

Eğer Onda bir hayır görseydi kendi kavmi,
Kendileri korurdu Onu önce, değil mi?

Lakin onlar reddedip, etmemişlerken insaf,
Siz, Onu korumaya kalkarsanız, ne tuhaf.)

Dönerek daha sonra Allah’ın Habibine,
Dedi ki: (Aramızdan ayrılıp dön kavmine!

Yemin ediyorum ki, kabilem arasında,
Olmasaydın, boynunu vurur idim anında.)

Allah’ın Sevgilisi, kalbi çok incinerek,
Ayrıldı yanlarından devesine binerek.

Lakin o hain adam, seğirterek peşinden,
Allah’ın Resulünü düşürdü devesinden.

Bunu, Müslümanlardan bir hanım gördü fakat.
Resule sevgisinden, eyledi şöyle feryat:

(Allah’ın Habibine yapılan doğru mudur?
Onu, şu alçaklardan kurtaracak yok mudur?)

Koşup geldi üç kişi amca oğullarından.
Allah’ın Resulünü kurtardılar onlardan.

Peygamber efendimiz, dua etti onlara:
(Ya Rab, bereketini ihsan eyle bunlara.)

Dua bereketiyle, o nasipli kişiler,
O gün, iman etmekle şerefleniverdiler.
 


 
Bu websitesinin sahibi "Top liste" ekstrasını daha aktive etmemiş!
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol